31 Mayıs 2009 Pazar
Bremen'in Yeni Mızıkacısı
Bu sene ligi şampiyon Wolfsburg'un 24 puan gerisinde 10. sırada tamamlayan, 2 hafta önce de Kadıköy'deki UEFA finalinde Lucescu'nun teknik direktörlüğünü yaptığı Shaktar Donetsk'e boyun eğen alman ekibi Werder Bremen Almanya Kupası finalinde Bayer Leverkusen'i Mesut Özil'in golüyle 1-0 etti ve sezonu kupayla tamamladı. Sezon sonunda futbolu bırakacak olan kaptan Baumann ve Juventus'a transfer olan Diego için de güzel bir veda oldu. Mesut'un golünde asist Diego'dan geldi, maçtan sonra da Mesut Özil Diego için övgü dolu sözler sarf etti.
Diego'nun boşluğunu Mesut Özil ile doldurmayı düşünen Thomas Schaaf için Mesut'un bu seneki performansı önümüzdeki yıllar için umut veriyor. Yaşlanan Alman milli takımı orta sahasında bundan sonraki maçlarda daha sık izleme imkanı bulacağız. Bizler de ne yazık ki Mesut'un milli takım performansını televizyondan izlemeye devam edeceğiz.
Kral Çıplak
Orlando Magic, normal sezonu en iyi galibiyet yüzdesiyle bitiren, tüm otoritelere göre şampiyonluğun en büyük adaylarından Cleveland Cavaliers'ı 4-2 lik skorla eleyerek Doğu Konfenransı şampiyonu oldu ve NBA finallerine adını yazdırdı. NBA'de final gören ikinci oyuncumuz Hidayet Türkoğlu ve Orlando Magic'in finaldeki rakibi Los Angeles Lakers. Daha önce Mehmet Okur'lu Detroit Pistons bu başarıyı 2004 yılında göstermiş, ve O'neal, Kobe Bryant, Karl Malone ve Gary Payton'lı Los Angeles Lakers'ı 4-1 ile geçerek şampiyon olmuştu. Umarım Hedo'nun bu sezonki başarı öyküsü de mutlu son ile biter.
Doğu konfenrası final serisinde bence çok güzel hikayeler saklı. 6. maç sonrası Rashard Lewis'in yaptığı açıklamalar, LeBron'un çok büyük oyuncu olduğunu ama diğer oyuncuların katkısı olmadan bir takımı tek başına yıkamıyacağını yönündeydi. Bu da bize basketbol'un bir takım oyunu olduğunu bize tekrar hatırlatmakta. Hedo'nun ise doğru zamanda doğru yerde olmasıda ayrı bir başarı öyküsü, bunu da başka bir yazıda uzunca ele almak lazım.
30 Mayıs 2009 Cumartesi
One Goal!
Orlando Magic bu gece sabaha karşı 03:30'da sahasında Cleveland Cavaliers ile karşılaşacak. Seride durum 3-2 ve Orlando Magic önde. Magic kazanırsa NBA finallerine adını yazdıracak. Cavaliers kazanırsa seri son maçta Cleveland'a taşınıcak ve Hidogillerin işi orada çok zor. O atmosferden çıkmaları imkansız gibi o yüzden bu maçı kazanmaları gerek.
Wild Wild West
10 Numara
Bir transfer haberi daha geldi Bundesliga'dan. Bu sefer hikayenin içinde Bayern Münich geçmiyor. UEFA Kupası'nda finalini tribünden izleyen Diego 24.5 € karşılığında Juventus'un yolunu tuttu. Her Bundesliga yıldızı gibi onunda Bayern Münich'e gitmesi bekleniyordu ama Diego çizmeyi tercih etti. Bence de kariyeri açısından doğru bir karar verdi. De Ceglie, Marchisio, Giovinco, Ariaudo gibi milli oyuncularla kurulmuş genç Juventus iskeletine liderlik edebilmesi kilit rol oynayacak.Nedved'in sezon sonu futbolu bırakacağı, Del Piero'un ise yavaş yavaş emekliliğe hazırlandığı bir ortamda bakalım bu küçük dev adam neler başarabilecek Juventus'ta.
Diğer bir transfer haberi ise Fransa'dan, ama transferin diğer ucu belli değil. Lyon Juninho ile yolları ayırma kararı aldı. Sekiz sene formasını giydiği Lyon forması ile 7 şampiyonluk ve 100 gol. Hiçte kötü bir performansa benzemiyor. Hazır Lincoln 20 küsür bavulla ülkesine gitmişken, yöneticilerde Fransa'da hoca arayıyorlarken belki de bizleri şaşırtıp bir süpriz yapabilirler mi diye düşünüyorum ama pek ümidim yok. 34 yaşındaki Brezilyalı en az 2 sene üst düzey futbol oynar ülkemizde, hiç olmadı duran topları kullansa yeterli gibi geliyor bana ya da Sabri'ye duran top çalıştırsa. Bakalım meşhur mesafa tanımayan firikikleri canlı izleyebilecek miyiz...
29 Mayıs 2009 Cuma
Baba ben Büyüyünce Güntekin Onay Gibi Olucam.
Ülkemizde küçük bir çocuğa ileride ne olacağını sorduğumuzda alacağımız yanıt hemen hemen aynıdır, doktor, mühendis, avukat, öğretmen... Ben bu durumu ülkemizdeki üç büyüklerin içinde bulundukları ruh haline benzetmekteyim. Ya Barcelona gibi olmak istiyolar ya da Manchester United gibi. Sanki yeryüzünde örnek alıncak başka spor kulübü yokmuş gibi. Yöneticilerin, teknik direktörlerin ağzından çıkan her kelime sanki her sene uluslararası başarılara alışkın bir söylem içinde. Unutmayalım ki bu ülke 50 yıllık profosyonel lig tarihinde sadece bir kere avrupa'da kupa kaldırma başarısı gösterdi. Bu demek olmuyor ki bir sonraki başarı 50 yıl sonra gelicek ama izlenilen politikalar, yönetim şekilleri bize gösteriyor ki bu süre sanki daha da uzayacak gibi.
Neden kendi içimizden Sevilla, Lyon, Everton, Fiorentina olmayı arzulayan kulüpler yetiştiremiyoruz tıpkı bu ülkedeki hemşire, teknisyen, sporcu olmayı isteyecek çocuklar gibi. Gerçekleştirebilmesi mümkün hayaller kurmak bu kadar zor mu? Kendini büyük olarak nitelendirdiğimiz kulüplerimiz bir Barcelona düzeyine ulaşamadıkları zaman, niçin durum değerlendirmesine gitmiyorlar. İleride beklentiler karşısında istenilenlere cevap veremeyen insanlar gibi bunun çöküntüsünü mü yaşıyolar, sanmıyorum. Hala kurdukları o tozpembe dünyada yaşamaya devam edip taraftarlara vaadlerde bulunmaya devam ediyorlar. Bu sene Newcastle United'ın yaşadığı travmayı yaşayacak kadar adaletli bir ligimizin olmaması da belki de bu polyana modundaki yöneticelerimize cesaret vermekte. Kayseri Erciyesspor renklerini mavi-siyah yaptığı zaman kendisine kardeş kulüp olarak Inter'i seçiyor. Inter'i Kayseri'ye hazırlık maçınada olsa getirebileceğine inanıyor. Kendisine Atalanta'yı model alsa kendine belki de herşey çok daha farklı olucak.
Geçen hafta Ntvspor'daki Yenilsende Yensende programında Banu Yelkovan'ın Galatasaray taraftarlarına söylediği bir şey vardı. Ben her sene Real Madrid'den oyuncu alan bir kulüp olacağıma her sene Real Madrid'e oyuncu satabilen bir külup olayım. Tıpki Sevilla'nın Lyon'un ve de Werder Bremen'in yaptığı gibi. Dani Alves'i ve Keita'yı Barcelona'ya satıp sanki hiç birşey olmamış gibi yola devam edebilmek, her sene en iyi orta saha oyuncularını avrupanın çeşitli kulüplerine satıp yola aynı şekilde devam eden Lyon gibi, keşfettiği yıldız adaylarını genellikle Bayern Munich kapsada onların yerini her zaman dolduran Werder Bremen olabilmek, her sene Barcelona olmayı hedefleyip hüsrana uğramaktan çok daha gerçekci ve yol gösterici olmalı. Kısaca herkesin Manchester United veya Barcelona gibi olmak istediği bir ligde kim Everton veya Valencia olacak?
Süper Mario Gomez
Kupasız kapatılan bir sezonun ardından Bayern Münich'in transfer piyasasına hızlı bir giriş yapacağı belliydi. Bu sene Bundesliga'da başarılı olan oyuncular Bayern Münich'in transfer listesini oluşturmakta. Bunların başında da Stuttgart'ın ispanyol asıllı forveti Mario Gomez gelmekteydi. Bavyeralılar 30 milyon avro karşılığında Stuttgart ile anlaşmış. Alan memnun satan memnundur tahminimce. Bu durumda italyan forvet Luca Toni'ye çizme yolu gözüktü. Daha önce de Hamburg'dan Olic ve Dynamo Kiev'den Tymoschuk ile sözleşme imzalanmıştı.
Bayern Münich genel menajeri Uli Hoeness yaptığı bir açıklamada Manchester City'in aldığı yenilgilerden sonra mutlu olduğunu futbol dünyasında bu tarz takımların yerinin olmadığını belirtmişti. Bence Mancherster City ile aralarındaki tek farkın ingiliz kulübünün başında bir Arap Şeyhi'nin bulunmasıdır. Bundesliga'da çıkış yapan oyuncuları her sene kadrosuna katmayı hedefleyen bir politika ile bakalım Bayern Munich önümüzdeki sene yine neleri başaramayacak.
28 Mayıs 2009 Perşembe
Gerets'e Rağmen
Egolarını yenemeyen kulüp başkanlarından sıkılıp kafasını mı dinlemek istiyor bilmiyorum ama Eric Gerets’in bu sefer sigortaları atmışa benziyor. Geldiğinde küme düşmemek için çabalayan Marsilya’yı alıp şampiyonlar ligine sokan, bu sene de Lyon’un hükümdarlığını sona erdirmeye çok yaklaşan, bu süreçte de takımını UEFA kupası’nda çeyrek finale çıkaran Belçikalı hoca Al Hilal ile astronomik bir ücret karşılığı anlaştı. Marsilya Başkanı Pape Diouf’un bir türlü yeni sözleşme teklif etmeyip sezon sonunu beklemesi üç farklı ligde de şampiyonluk yaşamış Gerets açısından bardağı taşıran son damla oldu.
Ben ise olaylara Gerets cephesinden bakmak istiyorum. Türkiye macerasına başlarken beraberinde herzamanki söylemleride getirdi. Gerets’in takımları lige süper bir başlangıç yapar ve sonra düşüşe geçer. Wolfsburg örneği bunu doğrulamakta olup sıkılmadan insanlar defalarca bu kalıplaşmış cümleleri sarf etti. Nedense Galatasaray’da çalıştığı ilk sene bu düşüş bir türlü gelmedi. Hatta hikayenin sonu mutlu bitti. Galatasaray o sene uzun seneler unutlmayacak bir şampiyonluğuna imza attı.
Her geçen maç biraz daha ısınıyordum Gerets’e. Yedek kulübesindeki duruşu, gollerden sonraki çocukca sevinçleri, sarı-kırmızı ürünlerle kameraların karşısına geçmesi, kadıköy deplasmanında sağda Uğur solda Ferhat ile başlaması ve yine aynı sahada kafasına gelen cisim sonrası verdiği profesyonelce tepkiyle, her zaman hucümu düşünmesiyle aradığımız hocayı bulduğumuza inanmaya başlamıştım. Bu dönemde Avrupa'da ise Ali Sami Yen’de Tromsö faciası yaşanılmıştı. O zamanki durum içinde ben bunun yüz maçta bir yaşanacak hayalkırıklığı olduğuna inanıyordum.
Eric Gerets “ I think he is a sharpshooter”
Ve bence en önemlisi o dönemde Gerets’in Galatasaray’a kazandırdığı, altyapıdan çıkan genç yeteneklerdir.Bunların başında da Arda Turan gelmektedir. Onun döneminde üst düzey maç tecrübesi kazanması için başka takımlara kiralanan Arda Turan ve Uğur Uçar şuan takımın geleceğini oluşturmakta. (Uğur’un yaşadığı şansız sakatlığı hesap etmenin imkansız olduğunu varsaymaktayım.) Aynı şekilde ilk kez Mehmet Topal ve Aydın Yılmaz onun döneminde oynama şansı buldular. Kiralık geçirdiği sezonun ardından gösterdiği performans ile Arda Turan Galatasaray taraftalarının yaşadığı Ribery travmasını biraz olsun azalttı.
Şampiyon yaptığı takımla ikinci sezonuna girerken herşey toz pempeydi. Zaten eldeki kadro başarılı olmuştu ve birkaç takviye ile yeni sezona girilebilirdi. Hatalar zinciride burda başladı. Geçen seneki takımdan Saidou ayrılmış yerine belki de ismi listede bile olmayan Inamoto alınmış, o dönemde gözden düşmüş iki milli oyuncu Okan Buruk ve Tolga Seyhan transfer edilmişti. Beklenen transferler bunlar değildi ve nedense bir türlü gerçekleşmemişti bu transferler.
Ligin ilk yarısı bittiğinde ise Galatasaray 30 puan ile o sene şampiyon olan Fenerbahçe’nin 7 puan gerisindeydi. 2005-2006 sezonunda yapılan kongrede GS başkanı Özhan Canaydın yine kadrosuna kilit bir ismi katıp seçimi kazanmıştı. Yönetime yeni katılan isim aslında camiaya hiçte yabancı olmayan biriydi ve yaptığı ilk açıklamada Adnan Polat devre arasında Eric Gerets ile yolların ayrılacağını söylemişti. (Aynı hataya bu sene Marsilya başkanı da düştü kanımca) Gerets’i gönderemeyen Adnan Polat mecburen sene sonuna kadar mevcut hocayla devam etmiştir yola. Sezon sonunda da ortaya çıkan tablo hiçte iç açıcı değildir. Liderin 14 puan gerisinde lig üçüncülüğü. Aynı sene yönetimin aldığı “Olimpiyat Stadında 3 maçta 200 bin seyirci” kararı ile şampiyonlar ligi maçları Atatürk Olimpiyat Stad’ında oynanmış. Son maçta gruptan çıkmayı önceden garantileyen Liverpool takımını (yedek ağırlıklı) yenerek Galatasaray grubu 4 puanla tamamlamıştır. Gruptan çıkmanın getireceği prestij ve elde edilcek maddi destek hesaba katılmadan böyle bir karar alınmıştır. Böyle bir ortamda takımdan sportif başarı beklemek bence haksızlık olur. Zaten sezon sonunda da ortaya çıkan tablo sonucunda takımdan ayrılmak zorunda kaldı Gerets...
Böylece Lucescu’dan sonra Galatasaray ayağına gelen ikinci fırsatı da değerini bilemeden elinden kaçırmış oldu. Sarı kırmızılı kulübün üçüncü kez aynı hatayı yapmasının telafi edilemez olduğunu düşündüğümden bu seneki hoca tercihi çok ama çok iyi yapılmalıdır. Her zaman benim için bir hayal olarak kalıcak ama, bu seneki takımın başında sahaya bir maçlıkta olsa Gerets’in çıkmasını çok isterdim. Bize bu takımla neler yapabileceğini göstermiş olurdu.
Tek derdi köpekleri, puro ve şarap olan Belçikalı her seferinde dürüst davranmayan kulüp başkanlarına kızıp artık kapıyı çarpıp gidiyor. Geriye Galatasaray’dan ayrılırken yaptığı basın toplantısında her zamanki karizmatik duruşunun aksine ağlamaklı sesi, Hakan Ünsal’dan özür dilemesi ve Marsilya’ya imza atarken giydiği GS yazan gömlek ile kalacak aklımda Pink Floyd'dan wish you were here eşliğinde...
Cass
İngiltere'de ki holiganizm kavramına farklı bir bakış açısı ile çekilmiş, insan ilişkileri ve duygusalığın ön planda olduğu bir film. Irkçılığın veten rengi farklılığının insanı içine sürüklediği psikolojinin sonucunda holigan olmanın tercih sebebi olmaktan çıkıp çıkış yolu olarak görülmesi çok güzel bir dille anlatılıyor. Green Street Hooligans filmini izledikten sonra bu filmdeki şiddet sahneleri biraz hafif kalıyor ama holiganizm ile ilgili filmlere ilgi duyanlara tavsiye ederim, iyi seyirler...
27 Mayıs 2009 Çarşamba
Ve kazanan...
Beklenen final bu gece Roma Olimpiyat Stad’ında. Bir tarafta bu seneyi 3 kupa ile bitirmek isteyen katalanlar diğer tarafta oynadığı üç şampiyonlar ligi finalinde de kupayı müzesine götüren ingilizler.
Final maçına Barcelona cephesinden baktığımızda, kanatlardaki sorun gözümüze çarpıyor ilk olarak. İlk onbirin değişmez bekleri Dani Alves ve Abidal cezalı. Defasın göbeğinde de sıkıntı büyük. Marquez sezonu kapatmıştı, Milito bu sene ortalıklarda yok. Bu da demek oluyor ki Guardiola’nın defansda birden fazla yama yapması gerecek. Chelsea'ye karşı rövanş maçında stoperde görev yapan Yaya Toure’nin bu akşam Manu forvetlerine karşı işi daha zor. Zaten ağır olan defans hattı Toure ile daha da yavaşlıyor. Benim tahminim sağda Puyol solda Sylvinho göbekte ise Yaya Toure ve Pique ikilisi. Orta sahada Toure'nin yerine Keita oynayacaktır, forvet hattında bir değişiklik beklemiyorum.
Manchester United’da daha sakin bir hava var. Yarı final rövanş maçında takımı finali garantilemiş olmasına rağmen penaltıya sebep olup, kırmızı kart gören Fletcher dışında eksik bulunmuyor. Forvette ise Rooney – Ronaldo – Berbatov üçlüsünün sahada olup Ferguson ile iyi geçinemeyen Tevez’in yedek kulubesinde beklemesi muhtemel.
Bunlar saha dışındaki gelişmeler saha içine baktığımızda ise, Barcelona yarı finalde Chelsea karşısında beklenildiğinden daha fazla zorlandı ve turu son saniye golü ile geçti. Barcelona’yı bu kadar zorlayan Hiddink’in oyun zekası ve sahaya koymak istediği oyun anlayışına uygun kadro kalitesiydi. Manchester United ise Chelsea’nin aksine Barcelona pas organizasyonu bozmaya çalışarak değil, topu ayağında tutarak bunu başaracaktır. Zaten kırmızı şeytanlar topun kendilerinde olmasını isteyen bir oyun yapısına sahip ve hücum zenginliğini etkin kılabilmek için topa sahip olabilmeliler.
Barcelona’ya karşı oynayan takımlar evlerinden kendi toplarını getirmezlerse topla oynama şansları 90 dakika boyunca çok az oluyor. Barcelona, top ayağındayken uyguladığı makine düzenindeki pas organizasyonu rakibi inanılmaz derecede yormakta. Topun peşinden koşmak karşı takımının kondisyonunu aşağıya çekmekte ve Barcelona’nın istediklerini uygulamasını kolaylaştırmakta. Messi’nin maçların son 15 dakikalık bölümündeki etkinliğini artması da bunun sonucu.
Maçın kilit noktalarına gelirsek, Barcelona’nın yamalı defans ile istediği futbolu sahaya koyabilmesi zor gibi. Sergio Ramos ve Maicon ile beraber en iyi hücümcu sağ bekler arasında yer alan Dani Alves’in bindirmeleri bu maç olmayacak. Sol tarafta ise Abidal, Dani Alves kadar hücuma destek vermesede bu ikili meşhur Barcelona pas organizasyonu içinde bulunan önemli parçalar. Bu sıkıntı ispanyol ekibinin hücum gücünü düşürürebilir. Uzun Manchester United stoperlerine karşı yerden oynamak Barcelona için önemli. Messi bu sezonun en iyi sol beki Evra karşısında beklenenden daha çok zorlanabilir ayrıca Ronaldo ile de aynı kanattta oynadıkları anlarda ise arkasındaki savunmacıya bu sefer daha fazla destek olmalı aynı şey Ronaldo içinde geçerli.
Manchester United, Chelsea’nin yarı finalde uygulamaya çalıştığının aksine topu ayağında isteyecektir ve bunu yapacak kapasitede oyuncalara sahip. Topu rakibe ne kadar göstermezlerse rakibin etkinliğide o derece düşecektir. Rakip savunmanın ağırlığından faydalanıp araya atılan toplarlada tehlike yaratmaya çalışacaklardır. Guardiola’nın ekibine göre daha uzun oyuncularla mücadele edecek ingilizler için her zamanki gibi duran toplar çok önemli. Tabi ki Sir Alex Ferguson’un Guardiola’ya göre sahip olduğu tecrübe faktörü de bugün kendini hissettirecektir.
Geçen sene istatistik ve kazanılan kupalar bakımından Ronaldo’nun gerisinde kalan Messi için de rövanş zamanı olacak. Barcelona’nın defanstaki sıkıntısından faydalanacağını düşündüğüm Manchester United’ın kupayı müzesine götüreceğine inanıyorum blog’da yapılan ankette çıkan sonuçların aksine. Yıldızların gününde olması halinde gollü bir maç izleyebiliriz.
Win or Go Home
Dün gece Orlando Magic sahasında oynadığı uzatmaya giden ikinci maçı da kazanarak seride durumu 3-1 yaptı ve NBA finalleri Orlando için artık bir adım uzaklikta. Magic maçta bulduğu 17 üçlük isabeti ile takım rekorunu kırdı, Hedo ise takımına yine her alanda katkıda bulundu. (15S 8A 7R)
Seri 5. maç için Clevland'a taşındı ve geçen senenin şampiyonunu bir önceki turda eleyen Magic bu sezonun favorilerinden Cleveland Cavaliers'ı da elemeye çok yakın.
26 Mayıs 2009 Salı
6 maçta 18 puan
Ligimizin bu seneki hali ne kadar rekabetçi ve kora kor gözüksede takımların sahaya koyduğu futbol son derece kötü. Herkesin herkesi yenebilme ihtimali yukarıdaki takımların bu seneki kötü performanslarıyla ilişkili. Değişen tek şey ligin üst sıralarında bulunan takımların futbol seviyelerinin aşağıya düşüp diğerlerine yaklaşmasıdır.
Bu sene ligde şampiyon olacak takım şampiyonluk büyüsüne kapılmadan önümüzdeki sezonun planlarını yaparken doğru adımlar atmalı. Lig şampiyonunda direk Şampiyonlar Ligi'ne katılacak olması gerçeklerle yüzleşmenin gecikmesine sebep olucak. Grup maçlarına başladıktan sonra ise bu gerçek çok acı olabilir.
Beşiktaş'a baktığımızda ligde bu sene ilk 6 içindeki takımlara karşı ilk galibiyetini aldı. Beşiktaş'ın tartışılan bu performansı bir hafta sonra gelmesi olası bir şampiyonluktan sonra büyük ihtimalle unutulup gidecektir. Ligdeki her galibiyete 3 puan verildiği bir sistem içinde asıl önemli olan Beşiktaş futbol takımının büyük maç olarak nitelendirebilceğimiz maçlarda ortaya koyduğu futboldur. Bu sene Türkiye sınırları dışında sadece 2 maç yapmış olan Beşiktaş için ligdeki derbiler ve Metalist Kharkov maçlarına baktığımız zaman sahadaki futbol hayal kırıklığı gibi duruyor. Sadece Fortis Türkiye Kupası finalinde oyun vasatı aşabilmiş, buna da ligde alınan Fenerbahçe yenilgisinin yarattığı hırsın etkisi olarak görüyorum. Beşiktaş kazandığı Türkiye kupası ve şuan bir kulpundan tutmakta olduğu lig kupasına aldanıp doğru hamleleri yapmadan devler arenasına adım atarsa, şampiyonlar ligi tarihinde tekrar yer alabilir.
Gelen Gideni Aratmasın
Galatasaray yönetimi bu sezonun başından beri yaptığı hatalar zincirinden ders almışa pek benzemiyor. Bu da demek oluyor ki gelecek sezonda Galatasaray taraftarlarının sabrı denenecek. Bir türlü tutmayan aşılar bu sene çok çektirdi Galatasaray'a. Beklenen iskelette bir türlü oluşturulamadı. Geçmiş dönemlerdeki başarılara baktığımız zaman sağlam kurulan kaleci ve stoper hattı Galatasaray'a başarıları getiren anahtar olmuştur. Taffarel-Bülent-Popescu, Mondragon-Tomas-Song ...
Bu seneki manzara ise, sezon öncesi De Sanctis ve Meira transferi, bunları tamamlayan ise geçen sene beklentilerin üstünde bir performans sergileyen Servet. Meira aşısı bir türlü tutmadı ve portekizli belki de kariyerinin en kötü performansını sarı kırmızılı forma altında sergiledikten sonra Rusya yolcusu oldu.
De Sanctis ise şampiyonlar ligi için transfer edilip, şampiyonlar ligi ön eleme maçlarında bile forma giyemeden Galatasaray kariyerine başladı. Her an Youtube'a konu olucak hatalar yapabilecek gibi duran İtalyan file bekçisi taraftarlara tam anlamıyla güven veremedi. Yalnız güven konusunda önünde oynayan 6 farklı stoper ikilisininde büyük etkisi olduğuna inanıyorum. Sezon başından beri aynı ikili ile oynama şansı bulsa İtalyan milli takımının üçüncü kalecisinin performansı belki de daha farklı olabilirdi.
Bu tablo karşısında Galatasaray yönetiminin kaleci değişikliğine gitmesi taraftarların yüreğine su serpmiş olabilir. Ama adı geçen ismi duyduktan sonra sanki önümüzdeki seneninde bu seneden pek farkı olmayacağına inanıyorum.
Atletico Madrid'in Arjantinli kalecisi 32 yaşındaki Leo Franco ismini Galatasaray'ın 2000 yılında kazandığı UEFA macerasından birçoklarımız hatırlayacaktır. Galatasaray'ın Mallorca ile oynadığı maçta birbirinin kopyası 3 aşırtma gol yemişti.
Her zaman en heyecan verici kadrolara sahip olup kaleci mevkinde sıkıntı yaşamış Arjantin milli takımında bile gösterdiği performansla kaleyi eski Getafe'li Abbondanzieri'nden devralamayıp, milli formayı sadece beş kere giyebilmiş. La Liga'nın heyecan verici takımlarından Atletico Madrid'nin bu seneki performansına baktığımız zaman ligden düşmesi kesinleşmiş Recreativo Huelva'dan bile daha fazla gol yemiş bir defans hattına sahip. Leo Franco'da bu performansta baş rollerde. Bu tablo bile Leo Franco'ya kaleyi teslim etmemek için yeterli soru işaretlerine sahip. Tabi eğer Galatasaray'ı bir türlü yönetemeyen bu yönetimin, çoğu maç takımın yediğinden fazlasını atmayı başarabilen Agüero&Forlan ikilisini transfer etmeyi düşünmüyorsa bu bina seneye birilerinin üstüne yıkılabilir.
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Tough Guy
“Turkish Delight” 1987'de Galatasaray altyapısında başladığı futbol kariyerine tam 22 yıl sonra Ewood Park'ın çimleri üzerinde veda etti.
Galatasaray'ın 2000 yılında UEFA şampiyonluğuna giden serüvende ne yazık ki son durağa gelmeden trenden ayrılmıştı Tugay. Her zaman olduğu gibi Tugay'ın da değeri, gidişinden sonra anlaşıldı. Hatta onun takımdan gidişini doğru bir hamle olarak değerlendirenler bile olmuştu. İskoçya'da ve İngiltere'de ortaya koyduğu saha dışındaki duruşu ve saha içi performansla herkesi kendisine hayran bıraktı. 8 yıl boyunca formasını terlettiği Blackburn Rovers forması ile kendine yakışır şekilde uğurlandı. Son maçlarda alınan başarısız sonuçlardan dolayı stadını dolduramayan Blackburn Rovers tribünleri bu sefer tıklım tıklımdı. Blackburn Rovers formasını en az 10 yıl giymiş oyuncularına jubile yaptığı için gösterişden uzak sade bir veda oldu Tugay için. Onun için açılan pankartlar, herkesin giydiği Tugay maskeleri, ve o güne özel sınırlı sayıda üretilen tişörtler ise bu unutulmaz vedaya renk kattı.
Takımlar sahaya çıkarken Blackburn Rovers ilk 11'i bu lokum gibi Türk'e jest yapıp tünelde beklerken, Tugay'ın onları sahaya davet ederken yüzündeki gülücükler ise sanırım 22 yılın karşılığıydı. Hala içindeki futbol aşkı yaşıyordu ilerlemiş yaşına inat edercesine...
Ne yazık ki böyle bir değerimizin vedasını uzaktan izlemek, bu tarz sahneleri ülkemizde yaşayamamak gerçekten çok üzücü. Yıllarca hizmet vermiş insanları en azından güzel bir vedayla uğurlamak aslında ne kadar da kolaymış. Gösterişten daha çok niyet daha önemli sanki. Umarım buradanda bir ders çıkarabiliriz.
Uzak mesafelerden gelişine attığı unutulmaz gollerin ardından yaptığı kendine has gol sevinçlerinin yanında istikrar, oyun zekası ve liderlik vasfı akılda kalanlar.
Bana nedense çok popüler olan "Guardiola" imajına en yakın isim gibi geliyor. Defans ile hücum hattı arasındaki köprü oluşuyla, istikrar ve futbola modern bakışıyla. Futbolcuyken "korkmaz" olup şuan "skor korkusu" yaşayan kimilerinden Guardiola yaratmak yerine herkesin gözü kapalı futbol bilgisine güvenebileceği bu futbol adamını yuvasına dönmeye ikna edip, büyük umutlarla kurulan bu takımı emin ellere bırakmak belki daha tutarlı olabilir. Elbette saha içi sonuçlarına ve egolara göre karar vermeyip, arkasında duracak bir yönetim ile birlikte.
Andre Ooijer : "You can't really compare players with others, but Tugay is one of those special players. He's a real legend."
Rovers boss Sam Allardyce : "Having worked with him he is not just a skillful player, he is more than that, he's a really nice human being."
Blue & White IGNITE
Orlando Magic dün gece sahasında oynadığı ilk maçı kazanarak doğu finali serisinde durumu 2-1 yaptı ve saha avantajını ele geçirdi. Hedo sadece bir saha içi isabeti bulmasına karşın yaptığı asistlerle ve ribaundlardaki etkinliğiyle takımına büyük katkı sağladı.
Bence serinin kaderini belirleyecek maç bir sonraki, bu maçta evsahibi yine Orlando Magic olucak. Orlando kazanırsa Cleveland'ın üst üste 3 maç kazanması gerekecek, bu 3 maçtan bir tanesi yine Orlando'nun sahasında olucak.Bu da işlerinin çok zor olması demek.
Bakalım "The King" daha ne kadar sırtında taşıyabilecek takımını...
" We just keep fighting. That's what we got to do, we fight to the END "
24 Mayıs 2009 Pazar
Trabzonspor ve Şampiyonluk
Sezona 25 yıldır şampiyonluk görememiş taraftarlarla, yeni bir hoca, yönetim, 20 transfer ve yenilenmiş statla giren Trabzonspor için bu sezon ortaya çıkan tablo bence gayet başarılı. Sezona avrupa hedefi ile girip son anda rotayı değiştirmek sanırım bu sene ligin herşeye gebe olmasına bağlı.
Takımın bu seneki ilk 11’indeki 7 oyuncusunun bu sezon başı takıma katıldığını düşünürsek takımın gösterdiği uyum takdir edilmeli. Bu yenilenmeden sonra yapılcak ilk işin doğru yerlere yama yapılması olmalıdır. Devre arasında ise bu takviyeler yapılmadı ve Alanzinho hamlesi ile Yattara’nın mevcut olduğu hücum hattına bir tek yönlü oyuncu ilavesinden öteye gidilemedi. Alanzinho’da gösterdiği performansla hayalkırıklığı yarattı ve akıllarda Galatasaray maçındaki skora etkisi ve Kocaeli maçındaki göze hoş gelen golü kaldı sadece. Bu kısıtlı kadro erken elenilen bir Türkiye kupası macerası sonrasında sadece lig mücadelesi verdiği için idare etmeye çalıştı. Tek kulvarda yarışırken bile sıkıntılar yaşandı. Takımda Cale’nin bir alternatifi bulunmamakta ve Cale’nin oynamadığı maçlarda stoper oynayan Egemen bu bölgeye kaydırılmakta. Sol bek bölgesinde alternatifi olmayan bir takım için ise şampiyonluk hedefi ne kadar inandırıcı bu tartışılır. Ersun Yanal zamanında takımın hemen hemen 13-14 kişi ile mücadelesi etmesinin nedeni de galiba çok açık.
Liderlik mücadelesine girdikten sonra herkesin şampiyonluk kelimesini telafuz etmeye başlaması bence yapılan yanlışlardan biriydi. Zaten inanılmaz sabırsız bir taraftar kitlesine sahip olan Trabzonspor için bu psikoloji fark etmeden baskıyı oluşturdu, sonunda da üst üste gelen iki iç saha mağlubiyeti ile de patlak verdi. Şapka düştü ve kel göründü. Bu süreçte yönetim ligdeki kalitesiz futbola ve sıralamaya aldanmış olabilir.
Önümüzde bir Wolfsburg örneği durmakta. Bundesliga’da son dönemde gösterdiği mükemmel performasla bu yılın süprizini gerçekleştirmiş oldu Wolfsburg. Hem sportif anlamda yapılan hamleleriyle hem de durum yönetimiyle Wolfsburg güzel bir örnek olabilir. Felix Magath yaptığı açıklamalarda kesin ve emin konuşmak yerine şanslarının yüksek olduğunu belirtmekle yetindi hep. Alınan oyuncular bakımındansa diğer senelerin aksine bu sefer ihtiyaca göre adam alındı ve milli seviye yükselmiş iki italyan defans oyuncusu, Barzagli ve Zaccardo transfer edildi. Ve sonrasında da başarı geldi....
Sezon başında böyle bir tabloyla yola çıkan bir takım için bence hedefler gerçekçi konulmalı ve uzun süreli başarılar arzu edilmeli. Kulübün öncelikle sportif başarıda istikrar sağlaması gerekli. Bir sezon 8. olup diğer sezon 3. olmak ve bunu alışkanlık edinmek sizi hedeflerden şaşırtır. Her sezona şampiyonluk paralosıyla girmemek hedef küçültmek anlamına gelmez. 20 transfer ve yeni bir hocayla kurulan bir takım için avrupa kupalarına katılmayı istikrar haline getirmek, ve sonrasında 3-4 yıllık tutarlı süreçlerden sonra şampiyonluğu telafuz etmek daha gerçekçiymiş gibi gözüküyor. Bu süreçte de doğru hamleleri yapmak belkide bu sabırsız şehre şampiyonluğu getirebilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)