28 Ekim 2009 Çarşamba
Fiyasko
26 Ekim 2009 Pazartesi
Somers Town
Somers Town, Dead Man's Shoes ve This is England filmlerinin yönetmeni Shane Meadows'ın kamerasından Londra'da başlayıp Paris'te biten çok keyifli bir hikaye. This is England'dan tanıdığımız Thomas Turgoose yine döktürmüş. Erken finaline rağmen siyah-beyaz anlatımı ve müzikleriyle seyirciyi etkilemeyi başarmış. Eğlenceli ve keyifli bir saat geçirmek isteyenlere tavsiye ederim. İyi seyirler...
Lütfen!!!
Derbide iki takımının ortaya koyduğu futbol tatmin edici değildi. Galatasray kötü oyunun sonucu kaybetmeyi hak etse de, rakip takım galip gelecek bir oyun ortaya koymadı bana göre. Derbide kötü futbol, küfür, yabancı maddeler, lazer, kendini yere atma, kırmızı kart, kavga vardı ve maç geride kaldı. Ali Sami Yen'deki maçlarda bu tarz kötü olaylara şahit oluyoruz. Ama lütfen artık insanlar bizleri salak yerine koyup çıkıpta Kadıköy'de küfürün ve çirkin olayların olmadığını savunmasınlar!!! ya da Ali Sami Yen'deki maçlardan sonra şaşkınlık içinde bu tarz olayların sadece orada yaşandığını iddaa etmesinler!!!
Özlemişiz
Milan, Chievo karşısında son on dakikada 1-0 dan geri dönüş yaptı ve sahnede seyretmeyi özlediğimiz Alessandro Nesta vardı. Nesta, Milan adına attığı golle takımını zafere taşıdı. Defans hattında sorun yaşayan Milan için Nesta'nın bu dönüşü sevindirici. Maldini'den sonra defans hattında Senderos, Kaladze, Alex Silva gibi isimleri görmek hiç iç açıcı değildi. Yaşadığı sakatlıklardan sonra Nesta'nın böyle bir performansla dönüş yapması beni de mutlu etti.
25 Ekim 2009 Pazar
Bükreş'ten Sonra Kadıköy'den Önce
Galatasaray zorlu viraşın son etabında bu akşam Kadıköy'de Fenerbahçe ile karşılaşacak. Bükreş ve Tabzon maçlarıda beklenenden uzak bir furbol sergileyen Galatasaray iki maçıda dörder gol atarak kazandı. Bu iki maçla beraber tekrar hatırladığımız ise Galatasaray'ın maçları yediğinden fazlasını atarak kazanmaya devam ettiği. Rijkaard'ın da benimsediği bu sistem devam edecek gibi. O yüzden defansı sağlam bir takım görme hayalleri şuan için rafa kaldırılmış durumda. Zaten Galatasaray'ın sahip olduğu defans oyuncuları ile bu seviye ulaşması zor. Defansta sezon başında bahsettiğimiz zorluklar yaşanmaya devam ediyor.
Kadıköy'de bu oyun Galatasaray için yeterli olacağını sanmıyorum. Uzun süreden beri galibiyete hasret olunmasının ve tribün baskısının takımı çok etkileyeceğini düşünmüyorum. Keita, Elano, Kewell, Baros, Arda, Nonda gibi oyuncular bu tür maçlara alışkın isimler. Bu hücum silahları maksimum performansına yakın oynarlarsa ik takım arasındaki hücum farkı ortaya çıkacaktır. Kadıköy'de savunmanın ise topu rakibe göstermeden yapılması gerektiğini düşünüyorum. Topu ne kadar çok yetenekli ileri uç oyuncularıyla buluşturursa Galatasaray rakibin etkiliğini azaltabilir. Böylece defansın üzerine düşen yükte azalır. İlk yarın saatlik bölümde yenilecek bir gol takım moralini bozabilir bu yüzden maça dikkatli başlanması gerekir. Sabırlı oynayıp golü bulduktan sonra Galatasaray, Fenerbahçe savunmasının arkasında istediği boşlukları bulacaktır. Keita, Baros ve Arda gibi oyuncularla da bu tarz hızlı hücumlara sıkça çıkabilir.
Sonuçta bir derbiden bahsediyoruz ve yapılacak tüm analizler formüllerin geçersiz olduğu bir maça tanık olmamız muhtemel. Benim için diğer maçlardan farkı olmadığını belirmek isterim. Alınacak galibiyet takımın ritm bulmasını sağlayabilir ve ezeli rakibe verilecek en güzel mesaj olur. Kaybedilmesi halinde ise kayıbın 3 puandan fazla olmayacağı kanısındayım. Plansız ve programsız! Rijkaard'a güvenim her geçen gün artarak devam edecektir.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Güneş Doğuyor
Steve Nash liderliğinde Phoenix Suns 30 ekimde sezonu açıyor. Alıştığımız eski Suns basketboluna geri dönüş ile beraber bu sene yine yüksek skorlu Phoenix Suns maçları bizi bekliyor olacak. Şampiyonluk şuan için çok zor ama erken konuşmamak gerek. Emekliliğe hazırlanan yıldızlar Nash ve Hill için son şans olabilir.
Yalnız Liverpool
Üç Yıl 11 ay Geciken İstifa
Fatih Terim’in istifası hakkında bir hafta gecikerek yazıyorum. Sorun değil. Terim’in istifası üç yıl 11 ay gecikmiş bir istifa zaten... Sorumluluk sahibi bir teknik direktör 16 Kasım 2005’ta Saracoğlu Stadı’nda oynanan Türkiye-İsviçre baraj maçında olanlardan sonra görevden ayrılırdı. Ayrılmazsa, sorumluluklarına sahip, yetkilerini kullanmakta cesur bir federasyon onu görevden alırdı. Köklü bir özeleştiri, ülkede herkesin ‘tasada ve kıvançta’ gönül vereceği bir takımın miladı olabilirdi.
Ne oldu? O tarihi bir anda federasyon olayların üzerini örtme yoluna gitti. Küçük hesaplar yapılarak milli takım Terim’e feda edildi. O zamandan beri ülkede herkesin sempati duyduğu bir milli takım yok, Terim’i ayakta tutma takımı var. Terimgücü var.
Milli takımı kurtarmak için ikinci fırsat yaklaşık iki yıl sonra Macaristan’la oynanan Avrupa Kupası eleme maçında ortaya çıktı.
O maçta Emre Belözoğlu, kolunda milli takım kaptanlık bandıyla tribünlere terbiyesiz bir hareket çekti. Sorumluluk takımın hocasındaydı. Kulağının üzerine yattı. Hoca aldırmıyorsa o zaman sorumluluk federasyonaydı. Hoca futbolcusunu alıp gitmeliydi. Federasyon ise her zamanki gibi görmedi, duymadı.
Böylece milli takımın tabutuna son çivi de çakılmış oldu. Bu takım Terim’in düşüşteki kariyerini üzerinden temize çektiği, yine düşüşteki vazgeçilmez oyuncularını ayakta tuttuğu bir araca dönüşmüştü.
O zamandan bu yana milli takımda görev almış ve baskılara aldırmadan sadece top oynamaya çalışmış, kalbi temiz futbolcuların hepsini kutluyor, emekleri için teşekkür ediyorum. Geçmiş olsun.
Baştan söyleyeyim. Şimdi Terim’in gitmiş olması fazla bir şey değiştirmeyecek. Hocanın getir götür işlerini yapmaktan başka bir icraatını görmediğimiz milli takımlar sorumlularının ve federasyonun bu işe bakışı değişmeli. Yeni bir anlayış, yeni bir milli takım başka türlü yaratılamaz. Yeni bir hocadan önce yeni bir kafa lazım.
Futbol Tanrı-kral tanır mı?
Milliyetçi gaz veren o reklamın üslubunda sorayım. “Milli takımlar baş sorumluluğu nedir?” Sonuçta ücretli bir iştir. İşgücünüzü satar, karşılığında bir ücret alırsınız. “Milli takım teknik direktörü kimdir?” Ücret karşılığı kendisine sorumluluklar verilmiş ve kendisin-den belirli işler istenmiş bir profes- yoneldir. Görevden ayrılmayı düşünürse,
iki satır yazar, istifasını ilgili yere verir.
Ancak bu görevi Fatih Terim yapınca milli takımlar hocalığı profesyonel bir iş olmuyor. Sürekli kariyer doruklarında
oturan bir tanrı-kralın, popüler deyişle ‘İmparator’un, lütfen kabul ettiği bir unvana dönüşüyor. Başlıyor karşılıklı tapınmalar; “Sen beni yücelt ben seni yücelteyim”.
Bizim gibi aristokrasi geleneği olmayan, demokrasi kültürü de gelişmemiş ülkelerde bu işlerin alaturka bir tarafı da var.
Bakın Terim’in görevden ayrılmasına... Terim Belçika maçından sonra, ‘veda’sını (istifasını değil) açıklıyor. Federasyon Başkanı bunu televizyonda duyuyor, olmayan istifayı kabul ettiklerini açıklıyor. Belki hoca, ısrarlara dayanamayıp göreve devam edecek? Aziz Yıldırım, sıkışınca böyle yapmıyor mu? Ya Terim’in ikinci kez göreve gelişi? Sanki çok büyük görevleri bırakıp gelmiş, büyük fedakarlık yapmış gibi bir hava yaratılıyor hep. Milan’ı bırakıp milli takıma geldiğini yazan hafıza sorunlular bile var.
Terim ilk milli takım ve Galatasaray döneminde büyük hırsla çalışan, herkesten öğrenen ve bunu da sahaya yansıtan biriydi. Şanslıydı ama şansları değerlendirecek yeterliliğe sahipti... Milan’la birlikte değişti. Sürekli kendini aşmayan çalışan bir insandan, ulaştığı noktanın esiri bir imaja dönüştü. Her şey konusunda cevabı olan, kendi deyişiyle ‘öğrenmeyen, öğreten’ kerametinden sual olunmaz bir otoriteydi artık. Ama futbol mutlakiyet tanımıyor, hikmetinizi her hafta sahada sınıyor. Milan’da takılı kalan Terim’in ikinci Galatasaray dönemi bu bakımdan hızlı bir düşüş oldu.
Nasıl Lucescu’nun yerinden edilmesi üzerine Galatasaray’a geldiyse, Hakan Şükür ve destekçileri tarafından yaratılan kriz sonucu görevden alınan Ersun Yanal’ın yerine geldi Terim. “Hiç para konuşmadık” diyerek görevi kabul etti. Rakam elbette tartışılabilir ama önceki hoca Yanal’ın birkaç katı ücret alacaktı.
‘Şeyh uçar mı?’
Fedakâr Tanrı-krallar varlıklarını aslında yokluklarına dayandırırlar. Kendi düzeylerinde kimse bulunmaz. Yokluklarında doğabilecek boşlukla korkuturlar tebalarını...
Attila Gökçe ve Öztürk Pekin her sabah hem futbolu hem de medyayı elekten geçirdikleri benim için de öğretici bir program yapıyor Lig TV’de. Geçenlerde çok hoş bir deyiş öğrendim Attila Gökçe’den: “Şeyh uçmaz, onu müritleri uçurur.”
Bakın şimdi ortadaki lâflara... “Terim bırakınca çok büyük boşluk doğarmış”, “onun kariyerinde hoca bulunamazmış...” Federasyonu da bir ‘tartışılma korkusu’ sarmış. Ülke futbolu için bir strateji oluşturup bu stratejiye en uygun kararları alacaklarına ve kararların arkasında cesaretle duracaklarına, ‘otoritesi tartışıl-
mayacak’ bir isim peşindeler. Sanırsınız ikinci Terim döneminde altın çağ yaşanmış.
Terim aldığında FIFA sıralamasında 12. sırada olan Türkiye, bıraktığında 35. sıraya inmiş.
Terim aldığında grubunda ikinci olan milli takım (namağlup değildi; Ukrayna’ya mağlup olmuştu), grubu ikinci bitirip play-off hakkı kazanmış. Hem de gruptan çıkmayı garantileyen Ukrayna’yı ve iddiası kalmamış Arnavutluk’u 1-0 yenerek Danimarka’yı saf dışı bırakmış. Avrupa Kupası finallerine ise yine iddiası kalmamış Bosna’yı yenerek ve Norveç’i altına alarak kalmış. (İki hafta önce iddiası kalmamış Estonya’nın Bosna’dan puan almasını beklerken bir zamanlar Danimarka ve Norveç’in neler hissettiğini anladınız mı?)
Euro 2008’de İsviçreli oyuncuların pozisyonları değerlendirememesi sonucu gruptan çıkan Türkiye, Hamit, Tuncay, Nihat gibi futbolcuların inisiyatif kullanarak karşı kaleye yüklenmesiyle maçları son anda çevirmiş... Sonrasında bütün bunları kendi taktiğiyle açıklamaya çalışan Terim, kaybedilen İspanya maçlarını “Girdiğimiz pozisyonlar var, atsaydık yenerdik” mazeretine sığınmaktan geri durmamış.
Terim’in basın toplantısında, “En büyük hatam yükseğe kaldırmaktı” dediği çıtanın nerede olduğuna bakalım. Beş yılda milli takıma yeni bir oyun anlayışı, yeni bir iskelet, sürekli oynayan yeni oyuncular kazandırıl-
mamış. Yurtdışında yetişen oyunculara güven verilmemiş. Mesut Özil olayında olduğu gibi, “Babasının mektubunu açıklarsam görürsünüz” yollu imalar yapılmış.
Bu sürede milli takımda teknik kadro bir adım gelişmemiş. Meşum İsviçre maçında kulübe mankenliğini seçen Oğuz Çetin, takımın en çok kenar yönetimine gereksinimi olduğu son Bosna maçında mankenliğine devam etmiş. En önemlisi, Terim’den önce aşağıdan yukarı geliştirerek oyuncu veren genç takımların başına her kulüpten birer kişi mantığıyla eski futbolcular getirilmiş. Abdullah Avcı’nın yönettiği sistem bozularak altyapıya kibrit suyu ekilmiş.
Avrupa’da Türk hoca mı var?
Başsız kalmanın yarattığı boşluk korkusuna içe kapanma eşlik eder. Çünkü bütün bu kurallar ve değerler eğer kendinizi dışarıya karşı tecrit ederseniz, yabancı olan her şeyi düşman sayarsanız bir anlam kaza-
nır. Sanki futbolun dili evrensel değilmiş gibi, “Milli takımların hocası mutlaka Türk olsun” hezeyanlarını böyle okumak lazım şimdi.
Ancak tam orada müzmin şizofrenimiz başlıyor. Üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gittikçe ulusal sınırları aştığı bir çağda artık kendi içinize kapanmanız mümkün değil. Onun için Terim basın toplantısında, “Milli takım hocası Türk olmalı” derken, “dışarıya gitme konusunda futbolcularımızın daha kararlı ve cesur olması lazım” diye eklemeden duramıyor.
Arda Turan, şu sıralar hocası Rijkaard sayesinde aşama kaydetmekte olduğunu ve her lâfın başında “Hedefim Avrupa” dediğini unutup “Ben milliyetçiyim, milli takımın başında Türk hoca olmalı” buyurabiliyor. Avrupa’da her takımın başında Türk hoca var galiba.
Arda’yı böyle konuşturan şey derinlerde. Milli takım üzerine yüklenen anlamlarda, ideolojide... ‘Milli’ sözcüğünü önüne alan her kavram ve unsur gibi ‘milli takım’ kavramı da çatırdıyor bugün ülkede...
Radikal
İbrahim Altınsay
21/10/2009
Ne oldu? O tarihi bir anda federasyon olayların üzerini örtme yoluna gitti. Küçük hesaplar yapılarak milli takım Terim’e feda edildi. O zamandan beri ülkede herkesin sempati duyduğu bir milli takım yok, Terim’i ayakta tutma takımı var. Terimgücü var.
Milli takımı kurtarmak için ikinci fırsat yaklaşık iki yıl sonra Macaristan’la oynanan Avrupa Kupası eleme maçında ortaya çıktı.
O maçta Emre Belözoğlu, kolunda milli takım kaptanlık bandıyla tribünlere terbiyesiz bir hareket çekti. Sorumluluk takımın hocasındaydı. Kulağının üzerine yattı. Hoca aldırmıyorsa o zaman sorumluluk federasyonaydı. Hoca futbolcusunu alıp gitmeliydi. Federasyon ise her zamanki gibi görmedi, duymadı.
Böylece milli takımın tabutuna son çivi de çakılmış oldu. Bu takım Terim’in düşüşteki kariyerini üzerinden temize çektiği, yine düşüşteki vazgeçilmez oyuncularını ayakta tuttuğu bir araca dönüşmüştü.
O zamandan bu yana milli takımda görev almış ve baskılara aldırmadan sadece top oynamaya çalışmış, kalbi temiz futbolcuların hepsini kutluyor, emekleri için teşekkür ediyorum. Geçmiş olsun.
Baştan söyleyeyim. Şimdi Terim’in gitmiş olması fazla bir şey değiştirmeyecek. Hocanın getir götür işlerini yapmaktan başka bir icraatını görmediğimiz milli takımlar sorumlularının ve federasyonun bu işe bakışı değişmeli. Yeni bir anlayış, yeni bir milli takım başka türlü yaratılamaz. Yeni bir hocadan önce yeni bir kafa lazım.
Futbol Tanrı-kral tanır mı?
Milliyetçi gaz veren o reklamın üslubunda sorayım. “Milli takımlar baş sorumluluğu nedir?” Sonuçta ücretli bir iştir. İşgücünüzü satar, karşılığında bir ücret alırsınız. “Milli takım teknik direktörü kimdir?” Ücret karşılığı kendisine sorumluluklar verilmiş ve kendisin-den belirli işler istenmiş bir profes- yoneldir. Görevden ayrılmayı düşünürse,
iki satır yazar, istifasını ilgili yere verir.
Ancak bu görevi Fatih Terim yapınca milli takımlar hocalığı profesyonel bir iş olmuyor. Sürekli kariyer doruklarında
oturan bir tanrı-kralın, popüler deyişle ‘İmparator’un, lütfen kabul ettiği bir unvana dönüşüyor. Başlıyor karşılıklı tapınmalar; “Sen beni yücelt ben seni yücelteyim”.
Bizim gibi aristokrasi geleneği olmayan, demokrasi kültürü de gelişmemiş ülkelerde bu işlerin alaturka bir tarafı da var.
Bakın Terim’in görevden ayrılmasına... Terim Belçika maçından sonra, ‘veda’sını (istifasını değil) açıklıyor. Federasyon Başkanı bunu televizyonda duyuyor, olmayan istifayı kabul ettiklerini açıklıyor. Belki hoca, ısrarlara dayanamayıp göreve devam edecek? Aziz Yıldırım, sıkışınca böyle yapmıyor mu? Ya Terim’in ikinci kez göreve gelişi? Sanki çok büyük görevleri bırakıp gelmiş, büyük fedakarlık yapmış gibi bir hava yaratılıyor hep. Milan’ı bırakıp milli takıma geldiğini yazan hafıza sorunlular bile var.
Terim ilk milli takım ve Galatasaray döneminde büyük hırsla çalışan, herkesten öğrenen ve bunu da sahaya yansıtan biriydi. Şanslıydı ama şansları değerlendirecek yeterliliğe sahipti... Milan’la birlikte değişti. Sürekli kendini aşmayan çalışan bir insandan, ulaştığı noktanın esiri bir imaja dönüştü. Her şey konusunda cevabı olan, kendi deyişiyle ‘öğrenmeyen, öğreten’ kerametinden sual olunmaz bir otoriteydi artık. Ama futbol mutlakiyet tanımıyor, hikmetinizi her hafta sahada sınıyor. Milan’da takılı kalan Terim’in ikinci Galatasaray dönemi bu bakımdan hızlı bir düşüş oldu.
Nasıl Lucescu’nun yerinden edilmesi üzerine Galatasaray’a geldiyse, Hakan Şükür ve destekçileri tarafından yaratılan kriz sonucu görevden alınan Ersun Yanal’ın yerine geldi Terim. “Hiç para konuşmadık” diyerek görevi kabul etti. Rakam elbette tartışılabilir ama önceki hoca Yanal’ın birkaç katı ücret alacaktı.
‘Şeyh uçar mı?’
Fedakâr Tanrı-krallar varlıklarını aslında yokluklarına dayandırırlar. Kendi düzeylerinde kimse bulunmaz. Yokluklarında doğabilecek boşlukla korkuturlar tebalarını...
Attila Gökçe ve Öztürk Pekin her sabah hem futbolu hem de medyayı elekten geçirdikleri benim için de öğretici bir program yapıyor Lig TV’de. Geçenlerde çok hoş bir deyiş öğrendim Attila Gökçe’den: “Şeyh uçmaz, onu müritleri uçurur.”
Bakın şimdi ortadaki lâflara... “Terim bırakınca çok büyük boşluk doğarmış”, “onun kariyerinde hoca bulunamazmış...” Federasyonu da bir ‘tartışılma korkusu’ sarmış. Ülke futbolu için bir strateji oluşturup bu stratejiye en uygun kararları alacaklarına ve kararların arkasında cesaretle duracaklarına, ‘otoritesi tartışıl-
mayacak’ bir isim peşindeler. Sanırsınız ikinci Terim döneminde altın çağ yaşanmış.
Terim aldığında FIFA sıralamasında 12. sırada olan Türkiye, bıraktığında 35. sıraya inmiş.
Terim aldığında grubunda ikinci olan milli takım (namağlup değildi; Ukrayna’ya mağlup olmuştu), grubu ikinci bitirip play-off hakkı kazanmış. Hem de gruptan çıkmayı garantileyen Ukrayna’yı ve iddiası kalmamış Arnavutluk’u 1-0 yenerek Danimarka’yı saf dışı bırakmış. Avrupa Kupası finallerine ise yine iddiası kalmamış Bosna’yı yenerek ve Norveç’i altına alarak kalmış. (İki hafta önce iddiası kalmamış Estonya’nın Bosna’dan puan almasını beklerken bir zamanlar Danimarka ve Norveç’in neler hissettiğini anladınız mı?)
Euro 2008’de İsviçreli oyuncuların pozisyonları değerlendirememesi sonucu gruptan çıkan Türkiye, Hamit, Tuncay, Nihat gibi futbolcuların inisiyatif kullanarak karşı kaleye yüklenmesiyle maçları son anda çevirmiş... Sonrasında bütün bunları kendi taktiğiyle açıklamaya çalışan Terim, kaybedilen İspanya maçlarını “Girdiğimiz pozisyonlar var, atsaydık yenerdik” mazeretine sığınmaktan geri durmamış.
Terim’in basın toplantısında, “En büyük hatam yükseğe kaldırmaktı” dediği çıtanın nerede olduğuna bakalım. Beş yılda milli takıma yeni bir oyun anlayışı, yeni bir iskelet, sürekli oynayan yeni oyuncular kazandırıl-
mamış. Yurtdışında yetişen oyunculara güven verilmemiş. Mesut Özil olayında olduğu gibi, “Babasının mektubunu açıklarsam görürsünüz” yollu imalar yapılmış.
Bu sürede milli takımda teknik kadro bir adım gelişmemiş. Meşum İsviçre maçında kulübe mankenliğini seçen Oğuz Çetin, takımın en çok kenar yönetimine gereksinimi olduğu son Bosna maçında mankenliğine devam etmiş. En önemlisi, Terim’den önce aşağıdan yukarı geliştirerek oyuncu veren genç takımların başına her kulüpten birer kişi mantığıyla eski futbolcular getirilmiş. Abdullah Avcı’nın yönettiği sistem bozularak altyapıya kibrit suyu ekilmiş.
Avrupa’da Türk hoca mı var?
Başsız kalmanın yarattığı boşluk korkusuna içe kapanma eşlik eder. Çünkü bütün bu kurallar ve değerler eğer kendinizi dışarıya karşı tecrit ederseniz, yabancı olan her şeyi düşman sayarsanız bir anlam kaza-
nır. Sanki futbolun dili evrensel değilmiş gibi, “Milli takımların hocası mutlaka Türk olsun” hezeyanlarını böyle okumak lazım şimdi.
Ancak tam orada müzmin şizofrenimiz başlıyor. Üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gittikçe ulusal sınırları aştığı bir çağda artık kendi içinize kapanmanız mümkün değil. Onun için Terim basın toplantısında, “Milli takım hocası Türk olmalı” derken, “dışarıya gitme konusunda futbolcularımızın daha kararlı ve cesur olması lazım” diye eklemeden duramıyor.
Arda Turan, şu sıralar hocası Rijkaard sayesinde aşama kaydetmekte olduğunu ve her lâfın başında “Hedefim Avrupa” dediğini unutup “Ben milliyetçiyim, milli takımın başında Türk hoca olmalı” buyurabiliyor. Avrupa’da her takımın başında Türk hoca var galiba.
Arda’yı böyle konuşturan şey derinlerde. Milli takım üzerine yüklenen anlamlarda, ideolojide... ‘Milli’ sözcüğünü önüne alan her kavram ve unsur gibi ‘milli takım’ kavramı da çatırdıyor bugün ülkede...
Radikal
İbrahim Altınsay
21/10/2009
Camp Nou'da Gol Sevinci
15 Ekim 2009 Perşembe
İmparator Maradona
Arjantinsiz Dünya Kupası düşüncesi bile kötüydü. Dün gece deplasmanda Uruguay'ı 1-0 yenen Tangocular Afrika biletini kaptı. Türkiye turnuvada yok, Çek Cumhuriyeti'de öyle, Arjantin'in Afrika biletini kapmasının ardından turnuvada destekleyeceğim takım belli oldu. Maradona'yı çocuklar gibi şen görmeye alıştım umarım bu tablo turnuva sonuna kadar devam eder.
Killshot
Açık Havada Basketbol Keyfi
14 Ekim 2009 Çarşamba
Tanrı'ya İnanıyoruz!
Bu gece Maradona saha kenarında olacak ve Arjantin elemelerin son maçında Uruguay deplasında Dünya Kupası biletini arayacak. Alacakları mağlubiyet Dünya Kupasına gidememelerine mal olabilir. Futbolun tanrısı, biz futbolseverleri Dünya Kupası'nda Arjantin'den mahrum bırakmaz umarım. Tangocuların olmadığı bir şampiyonanın tatsız olacağı kesin, Kaka bile Arjantin'i 2010'da Afrika görmek istiyor. Bir başka dileğimde bu gece Lugano'nun Messi ya da Agüero'yu tek parça halinde bırakması.
"A World Cup without Argentina isn't good,"
Kaka
Bu İşte Bir Hayır Olmalı
Türk Milli takımının şuan içinde bulunduğu duruma olumlu bakmaya çalışıp dünya kupasına katılamayacak olmamızı bir an için unutmak mümkün olabilir mi? İspanya puan farkını bu kadar açamasaydı, ve Bosna-Hersek ile yapacağı son grup maçını kazanmak zorunda olsa, Bosna-Hersek ve Türkiye son maça kadar grup ikinciliği için mücadele içinde olsalar ve bugün Türkiye son maçında Ermenistan'ı yenmekten başka seçeneği olmadığı bir maça hazırlanıyor durumda olsa, böyle bir durumda ülkeye hakim olacak havayı kestirmek çok zorda değil sanırım. Maçı ölüm kalım savaşı olarak gören Türk halkı ve imparatorları tarafından damarları miliyetçilik duyguları ile doldurulmuş Türk Milli Takımı ve çalan savaş çanları. Olabilecek bir puan kaybında yine aynı çirkinliklerin yaşanmayacağından kim emin olabilir ki? Terim ve fedailerinin eline düşmeden o sahadan rakip takım oyuncuların sağ salim çıkmasını sağlabilir miyiz bilemiyorum. Bu hayalkırıklığı içinde II. Terim Meydan Muhaberisi'nin yaşanma ihtimalinin düşüklüğüdür beni sevindiren. Varsın biz Dünya Kupasına gitmeyelim, yel bizden anca toz alır.
13 Ekim 2009 Salı
Çok Güzel Çok Güzel
Ligin ortasında küme düşürülen takım, oradan oraya sürü gibi görnderilen oyuncular, milliyetçi duygularla motive edilen bir milli takım ve yine hayal kırıklıkları içinde Taffarel'in kazanılmış maçların ardından futbola yeni başlamış oyuncu heyecanıyla mikrofonlara verdiği "çok güzel, çok güzel..." demeçlerini özlüyor insan. Bu toprakların gördüğü en iyi yabancı kaleci olan Taffarel güleryüzü ve samimiyeti ile bizlere futbolun içinde bulunduğu kaos ortamını unutturup futbolun hep güzel yönü olmayı başardı. Galatasaraylılar için 17 Mayıs 2000 tarihinde "tanrının eli" olan Brezilyalı kaleci çok daha büyük anlamlar ifade etse de biz futbolseverler onun gibi samimi insanları bu topun peşinde görmek istiyoruz.
f Dergi
f Dergi ile ilk tanışmam üniversiteden sınıf arkadaşım Aziz'in katkılarıyla gerçekleşmişti. O isteksiz ilk tanışmadan sonra gördüğüm zaman almaya, aldıktan sonra da bir solukta bitirmeye başladım. Benim için tek sorun bir türlü ne zaman yayınlandığından haberim olmadığı için denk geldikçe okuma fırsatı buluyordum. f Dergi, içerik olarak ağırlıklı olarak efsanelerin hayatlarını, dünya derbilerini anlatıyor. Okurken tanıdığımızı sandığımız birçok insan ve olayın farklı yönlerini öğrenmemizi sağlıyor. Futbol hakkında alışılagelmişin dışında şeyler okumayı sevenler için güzel bir kaynak.
Geçenlerde Beşiktaş'taki Kadıköy iskelesinin yanındaki büfenin standında 8 adet f Dergi'yi görünce şaşırdım. Uzun zamandan beri yeni sayıya denk gelmiyordum, emin olmamakla beraber sanırım dergi artık yayınlanmıyor. Bayiideki sayılar eski ve güneşten solmuş, deforme olmuşlardı. Şuan ise işe gidip gelirken kalabalık ve bunaltıcı belediye otobüslerinde yaptığım yolculukta bana eşlik ediyorlar. Futbol hakkında farklı hikayeler okumak isteyenlere tavsiye ederim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)