27 Şubat 2010 Cumartesi

Asker Kaçağı

Bay Başkan
Size bir mektup yazıyorum.
Umarım zamanınız olur da
Okuyabilirsiniz.

Celp kâğıtlarım geldi,
Çarşamba günü akşam olmadan
Cepheye gitmek için
Ayrılmalıymışım buralardan.

Bay Başkan
Gitmek istemiyorum.
Ben bu dünyaya
Zavallıları öldürmeye gelmedim.

Derdim sizi kızdırmak değil;
Ama yine de bilin ki
Kaçıyorum;
Gitmeyeceğim askere.

Doğduğum günden bu güne,
Babamın öldüğünü
Kardeşlerimin gidip de dönmediğini
Çocuklarımın ağladığını gördüm.

Annem de çok çekti,
Şimdi mezarda.
Ve gülüyor bombalara,
Ve gülüyor akreplere, kurtlara.

Tutsaktım
Çalmışlardı hayatımı,
Ruhumu,
O çok sevgili geçmişimi.

Yarın sabah erkenden
Geride bırakıp
O yitik yılları
Koyulacağım yola

Fransa’nın
Brötonya’dan Provans’a ulaşan
Yollarına vurup kendimi
İnsanlara yalvar yakar diyeceğim

İtaat etmeyi reddedin,
Aman sakın yapmayın
Savaşa gitmeyin;
Gitmeyi reddedin.

Eğer ille de
Dökülecekse bir kan,
Siz yüce bir öndersiniz Bay Başkan
Akıtıverin kendinizinkini.

Bir de varsa bir niyetiniz,
Peşime düşmek gibi.
Söyleyin polislerinize silahım yok;
Vurabilirler beni.

Mouloudji
(Solmaz Kamuran'ın çevirisiyle)

Daddy's Home


Galatasaray'ın altyapısı artık ona emanet.

26 Şubat 2010 Cuma

Markete Gittim Dönücem

Sonunda Elimde Kalan Bir Avuç Hüzün...


Uzun bir aradan sonra Ali Sami Yen yollarına düşmüştüm ve sanki ilk maçıma gidiyormuşcasına heyecanlıydım. Tabi bu heyecanda Agüero ve Forlan'ı izleyecek olmamın etkisini de gizleyemem. Yeryüzünündeki en iyi 20 forvet arasında yer alan bu ikiliyi yan yana izleyemesemde, onları Ali Sami Yen çimlerinin üzerinde görmek güzeldi.

Dün geceki hüsrandan sonra maçın analizini yapmak gelmiyor içimden, onun yerine aklımda kalanlardan kısa kısa bahsedeyim. Dünki oyunu özetlersem Galatasaray, Madrid ve İnönü deplasmanlarında yaptıklarını bu sefer yapamadı, özelliklede maçın ikinci yarısında. İlk yarı oyundan herkes memnundu, ikinci yarının başlaması ile ardı ardına gelen Atletico Madrid atakları ve top hakimiyeti karşısında Galatasaray abandone oldu. Yedeklerin alternatifsizliği de Rijkaard'ı bu şaşkınlık haline ortak etti.


Yenilen ikinci golde Servet'in yamış olduğu savunma ve hamle tam bir faciaydı. Bu ülkenin en iyi savunmacısı bu tarz temel hataları hala yapabiliyorsa orada büyük bir sorun var demektir, tabi sorunun farkına varanlar için. Gerçi 10 kişi kaldıktan sonra maçı uzatmalara taşıyabilmekte Galatasaray için anca tura edilecek vedayı geciktirecek gibi gözüküyordu. Forlan'ın golü vedayı yarım saat öne taşımış oldu.

Agüero'nun sakatlandığı pozisyon önümüzde olmasına rağmen tam olarak göremedim, bu yüzden bir yorum getiremeyeceğim. Agüero'nun sakatlanması sırasında yaşadığım iki hayal kırıklığı vardı. Bir futbolsever olarak Agüero'yu çok kısa süre izleyebilmenin yanında, tribünlerin düşmana karşı kazanılmış zaferin çoşkusuyla Servet için tezahürat yapmasıydı. Ortada ciddi derecede sakatlanmış bir oyuncu varken, bu şiddet yanlısı tutum beni üzdü. Galatasaray taraftarıan, Agüero sedye ile dışarı çıkarken alkışlamak daha çok yakışırdı sanki. Eminim ki, bu güzel oyunun insan canı ile kıyaslanmayacak derecede değersiz olduğunun farkına varmayan insan topluluğu yarın öbür gün Arda'yı Kadıköy'de sakatlayan Lugona'ya yapılan tezahüratlar karşısında çılgına dönecektir.

Maçın en çok tartışılan pozisyonu sonrası Caner'in hakeme kızıp cezayı kendi kesmesi ise tam bir acemilik örneğiydi. Bu seviyede bir maçın son 10 dakikasında yaptığı bu hatayı, tecrübesizliğe ya da anlık sinire bağlamak altı kez milli olmuş, şampiyonlar liginde forma giymiş biri için bahane olmamalıdır.

Maç bitiminde Leo Franco'nun Atletico Madridli oyuncularını, misafir soyunma odasına giden tünelin önünde tek tek tebrik etmesi taraftarlar tarafından tepki görse de bence güzel bir ev sahipliği örneğiydi. Yediği iki golde de bana göre hatası bulunmayan Leo Franco'nun, hangi yüzle rakip takımın oyuncularının elini sıktığını sorgulayanlara Arjantinlinin beş sene Atletico Madrid forması giydiğini hatırlatmakta fayda var. Agüero'nun sakatlandığı pozisyonda da Lucas Neill'in santraya kadar gidip Arda ile taktik hakkında konuşması, Avustralyalının bu oyunu ne kadar ciddiye aldığını gösterdi.

Dün gece yaşanan bu kadar olumsuzluğa karşın gecenin akılda kalan tek olumlu ve güzel hareketi eski açık tribününden geldi. Maç öncesi yaptıkları kareografi çok etkileyiciydi. Emeği geçen herkesin eline sağlık.

Madrid faciasının ardından her ne kadar taraftarlar büyük hayal kırıklığına uğramış olsa da kanımca teknik heyet ve yönetim aynı duygular içinde değildi. Sezon ortasında Nonda'yı gönderip takımı förvetsiz bırıp, yerine avrupada oynayamayan Jo ve doksan artıların oyuncusu olmaya yolunda ilerleyen Dos Santos'u transfer eden zihniyetin hedefi lig şampiyonluğu olsa gerek. Sonuç olarak Galatasaray elinde sadece lig şampiyonluğu kalmış bir şekilde annesinin ligine döndü.

UEFA Europa Lig Son 16


Hamburger SV (GER) v RSC Anderlecht (BEL)
FC Rubin Kazan (RUS) v VfL Wolfsburg (GER)
Club Atlético de Madrid (ESP) v Sporting Clube de Portugal (POR)
SL Benfica (POR) v Olympique de Marseille (FRA)
Panathinaikos FC (GRE) v R. Standard de Liège (BEL)
LOSC Lille Métropole (FRA) v Liverpool FC (ENG)
Juventus (ITA) v Fulham FC (ENG)
Valencia CF (ESP) v Werder Bremen (GER)

24 Şubat 2010 Çarşamba

23 Şubat 2010 Salı

Bu Ülkede Güiza Olmak Bile Zor

Güiza bu ülkede çoğu zaman kendi taraftarları için utanç kaynağı ,rakip taraftarlar içinse dalga konusu olmaktan öteye gidemiyor. Adına yapılan videolar, fotoşoplu resimler bir yana hemen hemen hiç kimse futbolu ile ilgilenmiyor. Güiza, yılda bilmem kaç milyon avro kazanıyor olman mutlu olabilceğin anlamına gelmediğinin örneğidir. Güiza'nın yedek kulübesindeki o ruh halini sadece sahada yapamadıkları ile açıklayamayız. (Yedek kulübesindeki o herkesin ezbere bildiği tabloyu koymamamın sebebi de Güiza'nın üzüntüsüne ortak olmamdır) Her geçen gün hakkında çıkan haberler, eski eşi ile ilgili dedikoduların üstüne bir de kendi stadında gördüğü bu tepki milyon dolarlık birini bile bezdirebilir.

Şiddetin, küfürün her türlüsüne karşı biri olarak o görüntüleri izlerken içim sızladı. Tuttuğum takımın formasını giyen oyuncuya kızabilirim, isyan edebilirim ama asla yuhalama ya da küfür etme taraftarı değilim. Sonuçta sahada oynanan bir oyun ve küfür ettiğinizde bir insan. Size göre kutsal olan formayı giyen birine bunları yapmak o formayada haksızlık yapmak olmaz mı?

Tribünde yer aldığım zamanlarda elimden geldiğince bu felsefede maç izlemeye çalıştım. Eğer bir oyuncunun performansından memnun değilsem ona olan tepkimi 90 dakika içinde değilde başka zamanlarda göstermeyi tercih etmişimdir her zaman. En kötüsü şöyle düşünürüm, bilinçsizce kendimden geçmiş küfür ettiğim adam 2 dakika sonra gol attığında buna hiç birşey olmamış gibi yaparak nasıl sevinebilirim ki. Kısaca milyon dolarlar kazansan da bu ülke de Güiza bile olmak zor be kardeşim.

Rise Of The Footsoldier


Bu ara bol bol ingiliz sinemasından filmler izledim. Adamlar dramında, aksiyonunda, keyifli hikayelerinde en kralını çekiyorlar. Rise of the footsoldier, West Ham United tribünlerinden gelen Carlton Leach'in kısa sürede yeraltı dünyasının sayılı isimleri arasında yer almasını konu ediyor. Holiganlıkla beraber hayatında yer edinen şiddet sayesinde bir yerlere gelen Carlton, aynı zamanda birçok şeyden de fedakarlık etmek zorunda kalıyor. Yer altında dünyasında yer edindikten kısa süre sonra Londra'da ki Türk mafyası ile de tanışıyor. Filmin süresi biraz uzun gelse de, aksiyon arayanlar için tavsiye edebilirim. Herkese iyi seyirler...

Sampdoria Maçının Faturası


Jose Mourinho - 3 maç
Samuel - 1 maç
Ivan Cordoba - 1 maç
Cambiasso - 2 maç
Muntari - 2 maç

22 Şubat 2010 Pazartesi

Aldım Verdim

Geçen hafta perşembe gecesi itibarı ile NBA'de takas sezonu kapandı. Takımlar her zaman olduğu gibi son saniye takaslarına imza attı. Toplamda 44 oyuncunun yer değiştirdği takaslar içinde çokta ses getirecek bir takas olmadı.


Charlotte Bobcats, Chicago Bulls forması giyen son zamanların sorunlu atletik forveti Tyrus Thomas'ı, Flip Murray ve Acie Law karşılığında kadrosuna kattı. Bunun yanında San Antonio Spurs'un emektar pivotu Theo Ratliff'i de ikinci tur draft hakkı karşılığında aldılar. Bu transferle pota altını sağlama almış oldular. Nazr Mohammed, Tyson Chandler, Boris Diaw, DeSagana Diop ile birlikte uzun rotasyonları genişledi.

Chicago Bulls ise takasın son gününün hareketli takımıydı. Tyrus Thomas'dan boşalan forvet pozisyonu Milwaukee Bucks'dan Hakeem Warrick ile doldurdular. Warrick ve Joe Alexander karşılığında Bucks'a John Salmons ve 2011, 2012 ikinci tur draft hakkını verdiler. Takas sonrası Bulls'a baktığımızda Thomas ve Salmons gitti, Warrick ve Murray geldi. Bu gelişmeler sonrası pekte birşeyin değişeceğini sanmıyorum takımda.


Silah skandalı sonrası takımın içini tamamen boşaltmayı terciih eden Washington Wizards, eldeki yıldızlarını bir bir takımdan gönderiyor. Caron Butler'ın yanında Brandon Hayewood ve DeShawn Stevenson'ı Dallas Mavericks'e gönderirken karşılığında "sorunlu" Josh Howard, Drew Gooden, Quinton Ross ve de James Singleton'ı aldılar. Bir başka all star oyuncusu Antawn Jamison'ı da Cleveland Cavaliers'a takas ettiler, karşılığında Zydrunas Ilgauskas, emir Preldzic ve de 2010 birinci tur draft hakkı aldılar. Takasla gelen Gooden, Wizards forması giymeden Los Angeles Clippers'ın yolunu tutarken karşılığında Al Thornton'u aldılar. Sebastian Telfair'de bu takaslar sonucu Cavaliers'a gitti. Böylece Wizards yıldızlarını değerlerinin altında gönderirken kadrosunu büyük ölçüde yeniledi. Mavericks'de bu takas sonrası batıda Lakers'ı zorlamaya Denver Nuggets ile birlikte iddalı durumu geldi.


Portland Trail Blazers, Greg Oden ve Joel Przybilla'ın sakatlıkları sonrası zayıflayan pota altını Clippers'dan Marcus Camby'i alarak takviye etti. Karşılığında sakat Travis Outlaw ve Steve Blake Clippers'a gitti.

Boston Celtics, 3 kere smaç şampiyonu olan Nate Robinson'ı, Eddie House, Billy Walker ve J.R. Giddens karşılığında kadrosuna kattı.


Son günün en geniş çaplı takası New York Knicks, Houston Rockets ve de Sacremento Kings arasında gerçekleşti. Houston Rockets, artık hiçbir şekilde faydalanamadığı All Star oyuncusu T-Mac'i, 3 takımı içeren bir takas ile New York Knicks'e gönderirken karşılığında Sacremento Kings'ten Kevin Martin, Hilton Amstrong, Knicks'den de Jordan Hill ve de Jared Jeffries'i kadrosuna kattı. Sacremento Kings ise Houston Rockets'dan Carl Landry, Joey Dorsey, Knicks'den de Larry Hughes'u aldı. Tüm planlarını bu yaz serbest kalacak LeBron James'i kadrosuna katmak üzerine kuran New York Knicks, yüksek kontratlı oyuncuları ile yollarını ayırmaya devam ediyor. Takımda gönderilmeyi bekleyen bir tek Ed Curry kaldı. Nate Robinson boşalan oyun kurucu mevkiğinide, Kings'den gelen Sergio Rodriguez ile dolduracaklar. Houston Rockets, Yao Ming'in yokluğunda Carl Landry'i göndererek herkesi şaşırtsada Kevin Martin gibi bir skoreri, hiç oynatmadığı bir oyuncu karşılığında alarak takımın skor gücüne büyük katkı yaptı.

17 Şubat 2010 Çarşamba

J*Let - Suicide Swing


Im Juli - 2000

Yorumsuz


Kendimi bildim bileli şampiyonlar ligi maçlarını Star Tv ekranlarında izliyorum. Türkiye sınırları içinde bu ikili birbirleriyle özdeşlemiş, hatta insanlar başka bir kanalda bu organizasyonu izlese yadırgayacak hale gelmiş durumda neredeyse. Böyle bir ortamda ne yazık ki dün akşam Milan - Manchester United maçını izleyemedik, yerine sinirden adını bile hatırlamadığım bir diziyi yayınlamayı seçti kanal. Salı ya da çarşamba akşamları bu kanalda Şampiyonlar ligi maçları klasik haline gelmişken, artık maç yerine dizi yayınlama modası başladı. Dün akşam onlarca futbolsever gibi bende kanal yönetimi ve zihniyeti için pek hayırlı şeyler düşünemedim, umarım bir daha ekran karşısında elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi kalakalmayız.

(Yayın anlaşmasından kaynaklanan bir sorun ya da özel durum olmadığını varsayarak bu yazıyı yazmış bulunmaktayım)

16 Şubat 2010 Salı

All Star'dan Akılda Kalanlar


*Çaylaklar, 7 yıl aradan sonra ikinci yıl oyuncularını yendiler.
*Nate Robinson 3. kez smaç şampiyonu olarak tarihe geçti.
*NBA All Star maçını 108 bin 713 kişi canlı olarak izledi.
*Dwight Howard kariyerindeki ikinci üçlük basketini kaydetti.
*Dwyane Wade, All Star maçının MVP'si seçildi.

NBA All Star Top 10

445


Alessandro Del Piero geçtiğimiz haftasonu oynanan Genoa maçı ile beraber Juventus forması ile 445. lig maçına çıktı. (410 Seri A + 35 Seri B) 445 maçta ise 193 kez gol sevinci yaşadı. Bu da demek oluyor ki Del Piero'nun dili 193 kez gol sevinçlerinde dışarı çıktı. Bu süreçte 7 Seri A şampiyonluğunun yanına 1 Seri B şampiyonluğu ekledi. Böyle bir kariyere anca şapka çıkartılır.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Korkulardan Kurtulma Korkusu

BİR oyun oynayalım bugün. Hayal kurabilir misin? Hayal edebilir misin bütünüyle başkası olduğunu? Büsbütün başka biri olduğunu hayal et bu sabah.
Daha çok sevdiğin bir anne babadan doğmuşsun mesela. Hiç dua ezberlememişsin ve "Andımızı" bağırmak zorunda kalmamışsın. Hiç dayak yememişsin. Askerliğe gitmemişsin, komşuların seni hiç gözetlememiş. Seni korkutmayan iş arkadaşların varmış meğerse, sevdiğin işi yapıyormuşsun. Sadece istediğin zaman gittiğin bir evin olduğunu düşün mesela; istediğinde, gece bile olsa yürüyebileceğin sokaklar. Televizyonda başkalarının kavgalarını izleyerek kendi kavgalarını unutan bir ülke olmadığını düşün buranın.

"SENİNLE HER SANİYE GÜZEL"

Bütün tanıdığın insanlar mutluymuş meğerse. Her şeyin daha iyiye gideceğini düşünen arkadaşların da olsun. Kürsüye çıkanların parmağını havaya kaldırıp bağırmadığını ve hayatında korktuğun tek bir insan bile olmadığını hayal edebilir misin? Sevilmemekten çok sevememekten endişelendiğin bir hayat düşün. Sabahları kendi kendine şaka yaparak, gülerek uyanıyorsun diyelim ki.
Biri sana "Seninle her saniye çok güzel" diyor, "Bu yüzden iki saniye daha kalacağım yanında". Bu yaz mesela, eminsin, iyi bir tatil yapacaksın onunla. Ne evlenmek zorundasın onunla ne seni terk edecek. Yolda göz göze gelince biriyle sıkıntıyla indirmiyorsun başını önüne, gülüyorsunuz, bir şakayı şehirde yalnız ikiniz anlamış gibi. İstediğin her şeyi, ama her şeyi yapabilirsin bugün.
Böyle şeyler düşün işte, yani diyelim ki her şey harikulade. "Harikulade" havada dönerek uçan bir kelimedir, misketin içindeki dönerli renk, sen de öyleymişsin meğerse.

ÜLKE VE SEN

Daha bu yazıyı okurken içinden bir ses "Evet?" diye soruyor, değil mi? İçinde küçük bir endişe çatladı bile:
"Evet evet anladık. Ya sonra?"
Gör işte bak, bu ülke sana yapmış. Çünkü biliyor musun, üç aşağı beş yukarı böyle yaşayan insanlar var, daha az dayak yemiş halklar. Birbirinden korkmayan insanlar yaşıyor dünyada. Herkesin kendinden daha kötü olduğuna iman ederek yaşamayan kalabalıklar var. Mutsuzluğunu başkalarının mutsuzluğuna tahvil etmeyenlerin yaşadığı yerler... Diyelim ki işçiler haksızlıktan isyan ettiğinde, çocuklar taş attığı için hapse düşürüldüğünde, kadınlar dövüldüğünde, kız çocukları diri diri betona gömüldüğünde, öğrenciler işkence gördüğünde, "Ama onlar da mutlaka bir şey yapmıştır" demeyen insanların yaşadığı ülkeler var.
Düşünsene biraz. İyi bir hayal uzun sürünce içinde sabırsızlanan endişe çatlağının bu ülkenin mutsuzluğuyla ne kadar çok ilgisi var. Düşünsene, daha kötü insanlar yapıyor olabilir bizi bu ülke. İşçilere ve çocuklara inanmayan bir ülke. Ah! Bu bizim için ne fena. İyi olmakta inat et bugün, hayal etmekte diren.

(Bu yazı, Habertürk'ün yaptırdığı araştırmada Tekel işçilerine desteğin biraz da olsa azaldığı sonucunun çıkması üzerine yazıldı.)

Ece Temelkuran
Kıyıdan / Habertürk Gazetesi
15.02.2010

Şapkadan Liderlik Çıktı


Galatasaray hakkında yazdığım son yazıdan beri, bir Türkiye kupası maçı ve ligde de bay geçilen bir hafta geride kaldı. Ne yazık ki hedeflenen 3 kupadan biri olan Türkiye kupasında elenildi. Maç oynamadan geçilen hafta da 3 golle gelen 3 puan ise Galatasaray'a Fenerbahçe'nin puan kaybı ile beraber liderliği getirdi.

Antalyaspor karşısında oyunun hücum yönünde sıkıntı yaşanmasa da takım defansındaki sıkıntıların hala devam etmekte olduğunu gördük. Atletico Madrid maçları öncesi umarım gereken dersler alınmıştır. Galatasaray, Atletico Madrid karşısında turu geçmek istiyorsa bunu yediğinden daha fazlasını atarak değil takım defansını iyi yaparak başarabilir. Vicento Calderon'da Galatasaray'ın gol veya goller bulması, bu sıkıntılı ortama rağmen şaşırtıcı olmaz. Atletico Madrid defasının da Galatasaray defasından altta kalır bir yanı olmadığını varsayarsak bence Galatasaray'ın turu geçip geçemeyeceği aynı Antalyaspor karşısındaki gibi yediği goller belirleyecektir.

Ligde ise bay geçilen haftada gelen liderlik moralleri yükseltmiştir. Atletico Madrid ve Beşiktaş maçları öncesi takımın kendisini fiziken toparlaması ve 21. haftanın sakatlık yaşamadan geçilmesi de diğer artıları. Yine de şapkadan çıkan bu liderlik pek tatmin edici değil. Rakiplerin istikrarsız performanslarına rağmen Galatasaray istediği ritmi ve puan farkını hala yakalamış değil. Tabi bunda sakatlıkların etkisi ve kadronun dengesiz yapsının da etkisi büyük. Çok kısa bir zaman diliminde Galatasaray'ı hedeflenen iki kuapadan elenmiş annesinin liginde şampiyonluk mücadelesi yaparken ya da avrupa liginin olası favorilerinden birini elemiş ligde de Beşiktaş'ın şampiyonluk umutlarına son vermiş şekilde yoluna devam ederken bulabiliriz.

Little Miss Sunshine


Blog sayfası edinip yazmaya başladığımdan beri bu sayfada izlediğim filmlere yer veriyorum. O yüzden bir çok sevdiğim filmden tekrar izleyene kadar bahsedemiyorum. Little Miss Sunshine'ı dördüncü kez yine aynı keyifle izledikten sonra burada yer vermek ayıp olurdu. En çok sevilenler listemde yer alan filmde, kaybeden mi yoksa kazanan birey arasındaki ince çizgi üstünde gezinen birbirinden çok farklı karakterler ve bir rüyayı gerçekleştirmek için yaptıkları keyifli yolculuğa iki farklı yönetmenin (Jonathan Dayton, Valerie Faris) kamerasından eşlik ediyorsunuz.

Tek ortak noktaları kaybeden damgasını yemiş insanlardan oluşan bir ailenin, henüz kazanan ya da kaybeden kavramlarıyla yüzleşmemiş 7 yaşındaki Olive'in hayalinin peşinden onunla beraber mücadele etmeleri aslında hiç birşey kaybetmediklerini anlamalarını sağlıyor. Filmin senaryosunda ölüm ve intihar konularını da işlesede, filme hakim olan eğlenceli atmosfer sayesinde hüzne boğulmadan izlemeye devam ediyorsunuz.

Tıpkı Jamie Bell'in Billy Elliot'taki performansı gibi Abigail Breslin'de oyunculuğu ile kendisine hayran bırakıyor. Filmin müziklerine çoğunlukla Devotchka imzası taşıyor. Devotchka ile tanışmam da Little Miss Sunshine sayesinde olmuştur. En iyi senaryo ve en iyi yardımcı erkek ödülünün yanında sayısız ödül almış filmin bu kadar keyifli olmasında şarkı seçimlerinin başarısı yadsınamaz. Bu albümün arşivinizde kesinlikle yer alması gerekir.

Kendinizi bir "kaybeden" olarak görüyorsanız, Little Miss Sunshine'ı izledikten sonra bu görüşünüzü bir kez daha gözden geçireceğinizden emin olabilirsiniz. Herkese iyi seyirler...

14 Şubat 2010 Pazar

Billy Elliot


Bu haftasonu hastalıktan ötürü evde bol bol vakit geçirme imkanı buldum. The L Word altıncı sezon finalini yaptıktan sonra iki de film sığdırdım araya. İki filmide izlemesi inanılmaz keyifliydi. Hayallerinin peşinden koşan Billy ve Olive'in hikayelerinin yanına NBA All Star organizasyonu ve maç oynamadan gelen liderlik de eklenince ne hastalık kaldı ne de yorgunluk.

Avrupa sinemasına, özellikle de ingiliz filmlerine özel bir ilgim olsa da Billy Elliot filmini bunca zaman duymamıştım, ta ki ev arkdaşımın tavsiyesine kadar. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Jamie Bell'in 14 yaşında ortaya koyduğu performans takdire şayan. İngiliz filmlerin vazgeçilmesi işçi sınıfına ait insanlar, bolca yeşillik ve de güzel film müziklerinin yanında Stephen Daldry yorumuyla aile içi ilişkileri konu alan Billy Elliot ve hikayesi kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Ortaokulda ailesinden habersiz basketbol takımına giren biri olmam filmi daha da çok sevmeme sebep oldu. Bu sefer filmden uzun uzun bahsetmek yerine bu etkileyici hikayeyi izlemenizi şiddetle tavsiye edeceğim. Herkese iyi seyirler...

Bay Yetenek

Dün gece düzenlenen yetenek yarışmalarını izlerken uyuyakaldım ve de heyecanla beklediğim smaç şampiyonasını canlı olarak izleyemedim. Bugün özetini izlediğimde ise pek bir şey kaçırmadığımı anladım. Birkaç senedir smaç şampiyonaları geçmişe göre sönük geçiyor. İşin şov kısmı daha çok öne çıksa da artık akılda kalacak smaçlar izleyemiyoruz. Dün gece canlı olarak izleme şansı bulduğum yetenk yarışmasını ise, benim için hiç süpriz olmadı, Steve Nash kazandı. Nash, 2005'de Denver'da düzenlenen yarışmadan sonra ikinci defa bu ödülü kazanmış oldu. Nash böylece 2 MVP ödülünün yanına 2 de yetenek yarışması ödülü eklemiş oldu. İnsan yetenekli olunca ödülleri toplamak çokta zor olmasa gerek. Gönül ister ki kariyerinin sonlarında ikide şampiyonluk yüzüğü eklesin bu ödüllerin yanına...

12 Şubat 2010 Cuma

Heroes and Villains


NTV'de yayınladığı dönem yine kaçırdığım, uzun zamandan beri izlenmesi gerekenler listemde bulunan, ama bir türlü elime geçmeyen "Heroes and Villains" belgeselini sonunda izleme şansı buldum. Altı bölümden oluşan belgeselde dünya tarihine damga vurmuş altı ismin hikayesine tanık oluyorsunuz. Kimi sahnelerde tarafsızlıkdan uzaklaşılmış olunsa da tarihe adını kazımış altı savaşçının, Spartakus, Cortes, Attila, Shogun, Aslan Yürekli Richard ve de Napolyon'dan oluşan seri benim gibi tarih bilgisi zayıf olanlar için ders niteliği taşımakta. Napolyon'un hikayesinin anlatıldığı bölüm çok etkileyiciydi. Savaş sahneleri, müzikleri ve Tom Burke'ün oyunculuğunu konuşturduğu "Napolyon" bölümünü sona saklamanızı tavsiye ederim. Herkese iyi seyirler...

Adeletin Bu Mu Dünya?


Everton maçında sakatlanan Ashley Cole'un en az 3 ay sahalardan uzak kalacağı ve bu yaz düzenlenecek olan dünya kupasına yetişmesinin zor olduğu bildirildi. Bu gelişme üzerine Capello'nun Güney Afrika'da sol bek için ilk tercihi Wayne Bridge olacak gibi gözüküyor. Bu da demek oluyor ki patlak veren aşk skandalının iki isminin, olası bir sakatlık söz konusu olmazsa bu yaz Güney Afrika'da İngiltere'nin başarısı için birlikte mücadele etmesi yüksek ihtimal gibi gözüküyor. Yaşanan olaylardan sonra ikilinin milli takım çatısı altında buluşması işlerin yolunda gittiği İngiltere Milli Takımı içinde gruplaşmaya yol açabilir. Bakalım kurt hoca Capello işin içinden nasıl çıkacak.

NBA All Star 2010


13 Şubat Cumartesi / 04:00 / NTVSpor - NBA All Star Çaylaklar Maçı
14 Şubat Pazar / 03:30 / NTVSpor - NBA All Star Yetenek Yarışmaları
15 Şubat Pazartesi / 03:30 / NTVSpor - NBA All Star Maçı

* Batı All-Star takımında sakat olan Brandan Roy yerine Chris Kaman, Chris Paul yerine de Chauncey Billups yer alacak.

** Doğu All Star takımında Allne Iverson yerine David Lee, Batı karmasında da Kobe Bryant yerine Jason Kidd yer alacak.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Nate Robinson'un İntikamı


İntikam soğuk yenen bir yemek olmasına rağmen, kimi zaman da sıcak yenebiliyor. Nate Robinson'un Shaq'dan intikam alırken aradaki 41 cm'lik farkın pek bir önemi kalmamış. Shaq'ın şu yaşta düştüğü halde pek bir acınası doğrusu.

7 Şubat 2010 Pazar

4 Şubat 2010 Perşembe

Meira'dan Nonda'ya Değişmeyen Zihniyet

Dünki ortaya konan oyun ve Jo'nun sakatlığının ardından havanında etkisiyle iyice karamsar hala büründüm. Takımdaki tek alternatifsiz oyuncunuzun sakatlanması tabi ki en çok Rijkaard'ın da canını sıkmıştır. Beni ise bu gelişmeler yaşanırken en çok ilgilendiren şey Galatasaray'ın şuan içinde bulunduğu durumdur.

Geçen sezon Avrupa'da çeyrek final yolunda Meira'yı satarak Kewell'ı stoper oynamaya mahkum eden zihniyet bana göre bu sene tekrar hortlamıştır. Meira'nın satışı konusuna kısaca değinirsek, Galatasaray'da görmek istediğim nadir oyunculardan biriydi Portekizli ama ne yazık ki Galatasaray kariyeri hayalkırıklığından öteye gidemedi. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki hiçbir oyuncunun vazgeçilmez olduğuna ve de her oyuncunun doğru zamanda ve şartlarda satılabileceğini düşünüyorum. Galatasaray yönetiminin Meira için ödediği paranın biraz fazlasına zaten kötü performans gösteren bir oyuncusunu satmasını anlayabilirim ama elde stoper oynacak oyuncu yokken ve de çeyrek finalin bir ucundan tutmuşken, oyuncunuzun satışına izin verirseniz burada vizyonsuzluk sorunu ortaya çıkar. Galatasaray gibi Avrupa'da isim yapmış büyük bir kulüp şunu bilmeliki ligde veya avrupa kupasında elde eldeceği başarı Meira'dan elde edeceği bir milyon avro ile ölçüşemez ki B planınız orada Semih'i ya da başka bir stoperi oynatmak yerine Kewell'ı oynatmaksa bunu bana hiç bir şekilde açıklayamazsınız. Böyle bir düşünce yapısı Galatasaray gibi büyük bir camiaya yakışmamaktadır.

Son günlerdeki gelişmelere bakıcak olursak Nonda'nın gönderilmesiyle başlayan forvetsizlik sorunu Jo'nun sakatlığı ile daha da büyüyecektir. Galatasaray yönetimi Dos Santos'un gelişiyle aştıkları yabancı kontejyanını Nonda'yı göndererek açmayı uygun gördü. Bu tercihte de geçen seneki zihniyetin hakim olduğunu düşünüyorum. Galatasaray'daki performansı ilk günden beri soru işareti olan Leo Franco'nun gönderilmesi ile yaşanacak olası bir forvetsizlik krizinin önüne geçebilecek yönetim tercihini bu yönde kullanmıştır. Aykut'un ve Ufuk'un performansları gösterdi ki böyle bir devir teslimde kalede çokta büyük bir farklılık yaşanmayacaktı. Leo Franco'nun Galatasaray'a gelişi bile kanımca büyük hatadır. Rijkaard öncesi yapılan iki transfer Leo Franco ve Gökhan Zan'ın ne kadar yanlış tercih olduğunu her geçen gün anlıyoruz. Bonservis ödenmeden yapılan bu iki transferi markete gidip ucuz bulduğu herşeyi almaya çalışan zihniyetten farkı olduğuna inanmıyorum.

Tabi ki de yapılan her transferde başarı sağlanacak diye bir şart yoktur. Liverpool'un Tottenham Hotspur'dan 24 milyoun €'a alıp yarım sezon oynattıktan sonra Tottenham Hotspur'a 16 milyoun €'a satmasından anlayacağımız üzere yapılan hatalı transferden en kısa zamanda ve en az zararla kurtulmak mümkündür. Galatasaray yönetimi Leo Franco'nun uzun süreli sözleşmesinin maliyetinden çekinip Nonda'yı göndererek bana göre büyük bir hata yapmıştır. Galatasaray gibi bir kulüpte Leo Franco'ya ödenecek para ligde ve avrupa kupasında elde edilecek başarılarla kıyaslanmamalı. Alınan bu tarz bir hatalı karar bile tüm emeklerin boşa gitmesine sebep olabilir. Bu sebeplerden ötürü aydınlık gördüğüm Galatasaray'ın geleceği git gide kararmaya devam ediyor...

Buyrun Burdan Yakın Beyler!


Nonda'nın gönderilmesiyle beraber Galatasaray'ın geleceği ile ilgili kafamdaki sorular Jo'nun sakatlığı ile endişeye dönüştü. Resmi siteden yapılan açıklamaya göre Jo en az 3 hafta sahalardan uzak kalacak ki bana göre bu gelişme Galatasaray'ın alacağı en kötü haberdir.

Uzun zamandan beri Galatasaray'ın bir maçını izlerken bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum. Sakat oyuncu sayısının çokluğu bu kötü oyunun, ki Galatasaray'ın dün ortaya koyduğu oyunun futbolla alakası yoktu, mazereti olamaz. Ara transfer döneminde kadrosuna kattığı yıldız isimlerin ardından Galatasaray'ın için iki endişem vardı, takım kimyasının bozulması ve sakatlıklar. Galatasray'da gün geçmiyor ki sakatlar listesine yeni biri eklenmesin, bu ortamda da kadro derinliğinizin sizi ne kadar sırtlayacağı ortaya çıkıyor. Tüm bu olumsuzluklara bir de Dos Santos'un çizdiği imaj, Elano'nun hala daha beklentileri karşılayamaması ve de Keita'nın disiplinsiz davranışlarının eklenmesi mide bulantısını biraz da arttıyor. Drogba, Zokora Afrika Kupası'ndan dönüp takımlarının formalarını giyerken Keita hala ortalıklarda yok, Rijkaard'ın bu tarz bir davraşını cezasız bırakacağını sanmıyorum. Görünen o ki ara transferde alınan üç isimden daimi ve azami katkıyı "gösterişten uzak" Lucas Neill verecek gibi.

Gelelim Nondasız Galatasaray'ın ilk sınavında ortaya koyduğu oyuna. Antalya maçında ortaya konan futbol gösterdi ki ileride Keita, Arda veya Dos Santos'un yer alacağı bir oyun düzeninde Galatasaray'ın hücumda birşeyler yaratması çok zor (duran toplar dışında). UEFA Avrupa Ligi'nde "mecburiyetten" bu dizilişle oynayacak olmasının yanında Jo'nun sakatlık haberi ile ligde en az 3 hafta bu diziliş ile sahaya çıkmak zorunda kalacaklar. Bu durumda tüm planların alt üst olduğu anlamına gelir. Ne Keita ne Arda ne de Dos Santos Rijkaard'ın kafasındaki ileri üçlüsünün göbeğinde oynayacak özelliklerde değil. Bu dönemdeki asgari puan kayıpları Galatasaray için kazançtır. Bu karamsar tabloya olumlu yönünden bakmaya çalışırsak da Jo'nun sakatlığında Galatasaray'ın en azından Avrupa Ligi maçlarındaki dizilişle sahaya çıkacak olması alışma dönemini kısaltabilir.

Four Rooms


Dört farklı yönetmenin (Allison Anders, Alexandre Rockwell, Robert Rodriguez ve Quentin Tarantino) senaryosunu yazıp yönettiği Four Rooms son derece keyifli bir film. Birbirinden bağımsız 4 senaryonun yer aldığı filmde Tim Roth, Antonio Banderas, Madonna, Marisa Tomei ve Quentin Tarantino gibi birçok ünlü oyuncu rol alıyor. Tarantino yine yönettiği filmde kamera önüne de geçmiş. Tim Roth, Ted the Bellhop rolüyle döktürmüş. Robert Rodriguez'in imzasını taşıyan The Missbehavers bölümü favorim. Herkese iyi seyirler...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Sen Sus Tişörtün Konuşsun


Manchester City oyuncuları son dönemde zor günler geçiren takım arkadaşları Wayne Bridge'e desteklerini gösteren tişörtlerle sahaya çıktılar.


Real Madridli oyuncular, Atletico Bilbao maçında sağ ayak bilek kemiği kırılan ve sahalardan 4-6 ay arası uzak kalacak Filipe Luis'e desteklerini Deportivo La Coruna maçı öncesi giydikleri tişörtle gösterdiler.

Kadınlar ve Futbol

"Bunu yaparsam, kendimi bir arkadaşımın karısıyla yatmış gibi hissederim. O yüzden arkadaşımın yerine Juventus'un başına geçmem söz konusu bile olamaz."

Gianluca Vialli, Ciro Ferrara'nın yerine Juventus'un başına geçiceği ile ilgili söylentiler hakkındaki yorumu.

"Bir dost kaybettim ama bir kadın kazandım."

Stefan Effenberg, eski takım arkadaşı Thomas Strunz'un eşi ile ilişkisinin medyada yer almasından ardından olaya getirdiği açıklama.

Gamer


Bilim kurgu filmleriyle aram çok iyi değildir. Geçerli bir sebebim olmadığı sürece, arkadaş ortamı ya da izlenecek başka bir film yoksa, tercih etmem. Gamer'da uzun zamandır izlenilecek filmler arasında bekliyordu ve sonunda izleme fırsatını yakaladım. İlginç bir senaryoya sahip olsa da film gerçekten çok kötü. Sonlara doğru artık iyice izleyici sıkan Gamer'i Michael C. Hall hatrına bitirdim. Malum Dexter'in tatilde olduğu zaman da özlem gidermiş oldum. İmdb puanı 5.7'nin bile fazla olduğunu düşündüğüm filmde aklımda kalan tek sahne, Michael C. Hall'ın canlandırdığı Ken Castle karakterinin I've got you under my skin eşliğindeki mükemmel dansıydı. Bilim kurgudan zevk alıp ve de boşa harcayacak bir buçuk saatiniz varsa seçenek olarak düşünebilirsiniz. İyi seyirler...

2 Şubat 2010 Salı

Komşuda Pişer Bize De Düşer


Ara transfer sezonunun kapanmasına kısa bir süre kala Milan uzaklarda aradığı transferi aynı şehri paylaştığı Inter'den alarak gerçekleşti. Bugünlerde transferlerde moda olan "satın alma opsiyonlu" olarak Mancini'yi sezon sonuna kadar kiraladı. Inter hükümdarlığına karşı mücadele ederken kadronuzu Inter'in gözden çıkardığı bir oyuncu ile takviye etmek, bu oyuncu Eto'o ya da Julio Cesar değilse, eminim ki San Siro tribünlerini çıldırtmıştır. Bu transfere Milan tribünlerinin tepkisine ilerleyen maçlarda hep beraber şahit oluruz.

Diğer büyük liglerdeki aynı şehrin takımlarının aksine Milano şehrinde oyuncu alışverişleri daha sık yaşanmakta. 2000'den bu yana ağırlıklı olarak Giuseppe Meazza'dan San Siro'nun (aksi istikamette dahil) yolunu tutan oyuncuları aşağıda listeledim. Inter ve Mourinho'nun bu transferdeki rahatlığı ise bizim alıştığımızın dışında bir davranış. Ezeli rakibine kadronuzdaki bir oyuncu vermek bu ülke topraklarında pekte alıştığımız bir durum değil. Belki de Seri A'da art arda kazanılan şampiyonlukların ardından yaşanan rakipsizlik duygusu Inter'in rahatlığını açıklayabilir bana göre. Olası bir Şampiyonlar Ligi eşleşmesinde Mancini oynayamayacağı için (ligde iki maçı da oynadılar, İtalya Kupası'ndan da Milan elenmişti) Mancini'nin Inter'e karşı forma giyip giyemeyeceğini göremeyeceğiz.

Cristian Brocchi (Inter - Milan)
Andrea Pirlo (Inter - Milan)
Clarence Seedorf (Inter - Milan)
Dario Simic (Inter - Milan)
Thomas Helveg (Milan - Inter)
Ümit Davala (Milan - Inter)
Christian Vieri (Inter - Milan)
Giuseppe Favalli (Inter - Milan)
Mancini (Inter - Milan)

40 Fırın Ekmek


Haberi okuduğumda hiçte şaşırmadım hatta geç kalındığını bile düşünüyorum. Aydın Yılmaz yıllardan beri kendinden beklenen patlamayı bu senede gösteremeyince kendisini Eskişehirspor'da buldu. Bu gelişme de elbette takım içinde Elano, Keita, Arda, Caner, Dos Santos ve Kewell gibi isimlerin bulunması da etkili olmuştur.

Aydın Yılmaz hakkında konuşulanlar hemen hemen aynı konular üzerinde dönüyor uzun zamandır. Abdullah Avcı'nın kendisi hakkındaki görüşleri, Konyaspor'a attığı son dakika golü, Arda Turan'ın bile kendisinden daha yetenekli olduğunu sölemesi... Aydın Yılmaz Konyaspor'a attığı golden beri üstüne hiç bir şey koymadığı için hakkındaki özgeçmişe baktığımız bunlardan ibaret olduğunu görüyoruz. Yukarıda saydığım isimlerle aynı kadro içinde yer almasından dolayı kendisini şanslı hissedip bu durumu kendisi için avantaja çevirmeyi bir türlü beceremedi ne yazık ki.

Aydın Yılmaz'ın oyun içindeki vurdum durmazlığı, savrukluğu, dağınıklığı artık taraftar ve teknik heyet için çekilmez hale gelmesi belki de kredisinin bitmesine sebep oldu. Maç içindeki hırstan uzak bitse de gitsek ifadesi, forması için yeterince mücadele etmemesi tribünler tarafından da sahiplenmemesine yol açtı. Rijkaard'ın Emre Çolak'a bile bu kadroda şans verdiği bir ortamda Aydın kendi ipini kendi çekmiştir. Beşiktaş'taki Batuhan meselesine genel olarak benzettiğim bu hikaye, tek farkı Aydın'ın sorunsuz imajı, umarım önüzmüdeki yıllarda tekrar küllerinden doğar.

Ana Bir Bacı İki

John Terry, İngiltere Milli Takımı ve Chelsea'den takım arkadaşı Wayne Bridge'in eski kız arkadaşı ile yaşadığı ilişki ile gündeme oturdu. Terry resmen ana bir bacı iki mantığı ile eski takım arkadaşının kız arkadaşı ile 4 ay boyunca kaçamak aşk yaşamış. Herkesin özel hayatı kendisini ilgilendirir ama John Terry'in özel hayatı bu aralar medyaya çok malzeme olmaya başladı. Aile bireylerinin tercihlerinden elbette sorumlu tutulamaz ama kendi yaptıklarının bedelini ağır ödeyebilir, bakalım bu zorlu süreci yeşil sahaların dev adamı nasıl atlatacak.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Planet Earth


NTV'de yayınladığı zaman düzenli olarak izleme fırsatı bulamamıştım. Uzun zamandan beri aklımda olan fakat hep ertelediğim Planet Earth serisini dün akşam itibariyle bitirmiş bulunmaktayım. Seriyi bitirdikten sonra anladım ki izlenmesi kesinlikle ertelenmemesi gereken bir yapıt.

1. From Pole to Pole
2. Mountains
3. Fresh Water
4. Caves
5. Deserts
6. Ice Worlds
7. Great Plains
8. Jungles
9. Shallow Seas
10. Seasonal Forests
11. Ocean Deep

11 bölümden oluşan belgesel serisi görüntü kalitesi, müzikleri ve David Attenborough'un anlatımıyla görsel şölen niteliğinde. Planet Earth serisi sayesinde dünyanın en büyük canlısından, asırlık çınarlara, okyanus diplerindeki gizemli hayattan hiç güneş yüzü görmeyen canlıların yaşamlarına konuk oluyorsunuz. Kullanılan efektler belgesel'in izleyenler üzerindeki etkisini daha da arttırıyor. Doğa hakkında şu ana kadar edindiğimizin bilgilerin aslında bütünün çok ufak bir parçası olduğunu anlamamıza yarayan, doğru olduğunu sandığımız kimi bilgileride tekrar sorgulamamızı sağlayan Planet Earth serisini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Son Top


Her ne kadar basketbolundan ve kendisinden haz almasamda geçmişteki kazandığı başarıları ve hala daha yapmakta olduklarına saygı duymamak elde değil. Her zaman iddaa ettiğim gibi şu an için NBA'de son topları en iyi oynayan oyuncu. Son topa başa baş girdiyseniz ve elinizde Koba Bryant gibi bir oyuncu varsa topu ona vermeniz yeterli. Dün gece TD Garden'da oynanan maçta "Black Mamba" bitime 7.3 saniye kala attığı basket ile tüm salonda soğuk duş etkisi yaratırken takımını da galibiyete taşıdı.

Üçleme


Angola'da düzenlenen Afrika Kupası finalinde Gana'yı Mohamed Nagui'nin golü ile devirerek bir ilke imza atarak üst üstte 3. kez bu kupayı havaya kaldırdılar. Hemen hemen herkesin favorisi Fil Dişi Sahili'nin yine hayal kırıklığı yarattığı turnuvada Mısır Ahmed Hassan'ın önderliğinde Afrika kıtasındaki hükümdarlığına devam ediyor.
 
Site Meter