29 Mart 2010 Pazartesi
Yine Bana Hüsran Bana Yine Hasret Var
7 saatlik yolculuğun ardından koşa koşa eve geldim ve direk televizyon karşısına kuruldum. Bu ülkenin en büyük derbisinden beklentim yüksekti, çünkü iki takımda kazanmak zorundaydı. Maçın ardından ise yenilgi bir yana, futbol açısından büyük hayalkırıklığına uğradım. Bursapor'un puansız kapadığı bir hafta da Galatasaray'ın bu kadar krtik bir maçta ortaya koyduğu ruhsuz oyun benim için tam bir hüsrana yol açtı.
Özhan Canaydın'ın vefatıyla ve Emre Belözoğlu'nun kadroda yer almamasıyla yumuşayan ortam maç öncesi güzel sahnelere zemin hazırladı. Eski açıkta yükselen Canaydın kareografisi herkesin tüylerini diken diken ederken duygulanmamak elde değildi. İki camianın iyi geçinebilmesi için bu tarz üzücü olaylara ihtiyaç varsa işimiz zor demektir. Canaydın'ın vefatından sonra bir kişinin daha cenazesini beklemek cidden üzücü, ve bence bu etkiyi yaratacak başka bir isimde yok artık.
Leo Franco için aynı şeyleri söylemek anlamsız artık. Sonuçta Arjantinli Galatasaray kalesini zorla korumuyor. Marketten ucuza alışveriş yapar gibi bonservissiz olduğu için onu transfer edenler ve devre arası Nonda'yı gönderip ona hala tahammül edenler düşünsün. Yalnız Galatasaray seyircisinin böyle kritik bir maçta kendi kalecisini yuhalayacak kadar seviyesizleşmesi kendilerine hiç yakışmadı. Nonda'dan sonra başka bir oyuncuda Ali Sami Yen'de yuhalandı, sanırım alışkanlık haline geliyor artık. Kendi oyuncunu hele ki maç içinde yuhalama olayına bir türlü anlam verememişimdir. Hata da yapsa o kişi Galatasaray forması taşıyor. Maçtan önce tribüne çağırmazsın, antreman sonra imza almazsın olur biter.
Bu maçla beraber anladım ki Galatasaray'daki antipatik oyuncu sayısı her geçen gün artıyor. Barış ve Mustafa Sarp'tan sonra bu listeye Keita'da girdi. Keita'nın derdi nedir tam olarak bilmiyorum ama bu kadar fazla tribünlere oynamaya devam ederse listede ilk sırayı alması çok uzun sürmez. İyi ki Sabri bu aralar uslu duruyor, yoksa Galatasaray izlemeye tahammül edilemeyecek bir hal alıcak. Bir de birilerinin Servet ve Keita'ya ikili mücadelelerde dirseklerine hakim olmayı öğretmesi gerekiyor. İkisi de her an takımı yalnız bıracakmış gibi tedirgin ediyor insanı.
Alex'e o su şisesini atan insanoğluda kına yaksın biryerlerine. Bu ne bilinçsizliktir! Su şisesini futbolcuya denk getirince 3 puan mı veriyolar. Yine kendini bilmez insan evlatları yüzünden o tribünler boş kalacak, onca kombine sahibi ise her zaman ki gibi mağdurları oynayacaktır.
Bunca hayalkırıklığının bir arada yaşandığı bir takımda Neill'in varlığı insanın yüzünde hafif tebessüme sebep oluyor. Neill hamlesi bu yönetimin yapıtığı nadir doğru işlerden biri. Neill'de olmasa Galatasaray camiası bu tabloyu bile arar olurdu herhalde.
Eski başkanın vefatı, Sami Yen'de derbi mağlubiyeti ardından gelen dördüncülük, ikinci Polat dönemi derken Galatasaray açısından tünelin sonundaki ışık git gide azalıyor. Galatasaray umarım karanlık tünelde yolculuk yaparken enkaz altında kalmaz. Aslantepe'de Şampiyonlar Ligi oynama hayalinin gerçeklikle bağı zayıflarken büyük bir hızla bir yandan da Demirören'in Beşiktaş'ına benzemeye devam ediyor Galatasaray.
Eve Dönüş
Takas döneminde Washington Wizards'a gönderilen Zydrunas Ilgauskas bir kez bile Wizards forması giymeden evine geri döndü. Shaq'ın sakatlığı sonrası Cavaliers seyirciside Ilgauskas'ın geri dönüşünden gayet memnun ve kendisini de çok güzel karşılamışlar ilk maçında. Bu arada takas edilen oyuncunun sezon için içinde tekrar takımına dönmesi de pek mantıklı gelmiyor bana. Cavaliers, hiçbir oyuncusu kaybetmeden kadrosuna all-star Antawn Jamison'ı katmış oldu. Dengeleri bozmamak için en azından o sezon içinde takas edilen oyuncunun eski takımına dönmesi yasaklanabilir.
Amar'e Zedeler
Amar'e Stoudemire, maç içinde her an her şeyi yapabilecek tarzda bir oyuncu. Sahip olduğu patlayıcı güç ile birçok insani posterlere konu etmiştir. Hemen hemen NBA'de forma giyen bütün uzunların üstünden smaç basan bu insanın ajandasında bulunan smaçlar için Phoenix Suns'ın sitesinde bir anket var. Amar'e zedeler arasından en iyisini seçiyorsunuz. Ben oyumu geçen sene Galatasaray forması giyen Anthony Tolliver üstünden vurduğu acımasız smaca verdim, smaç sonrası şovu ise olayın ciddiyetini biraz daha arttırmış.
26 Mart 2010 Cuma
İnsanoğlu Doyumsuzdur
Se7en filminine konu olan yedi günahtan biridir, açgözlülük. Ne yazık ki insanoğlunun doğasında vardır. Kontrol altına alamazsanız o sizi kontrülüne alır, ve farkında olmadan aynanın karşısına geçtiğinizde kendinizi tanıyamayacağınız hale sokar. Para olsun, size her türlü zevki yaşatacak tutku olsun kendinizi kaptırdığınız an size yaptıramayacağı şey yoktur. Tabi ki hayatı boyunca herkes daha iyisini ister, elindekiyle yetinemiyebilir. Burada önemli olan daha iyisine, daha fazlasına nasıl ulaşmaya çalıştığınızdır. UEFA kupasını kazansanızda, Galatasaray ve Fenerbahçe'de forma giyseniz de, La Liga'da oysananızda bazı şeylere doyamayabiliyor insan. Bu ortam Süleyman Seba, Özhan Canaydın gibi insanlar yetiştirirken bir yandan da Gökdeniz Karadeniz ve Fatih Akyel'i de bizlere armağan etmeye devam ediyor.
Hamdolsun
Boca Juniors, River Plate'i 2-0 yenmiş, yeryüzünün en iyi topcusu kadrosunda ve iki haftadır hat-trick yapıyor, Higuain La Liga'da son haftalarda hiçbir maçı boş geçmiyor, Tevez ve Milito formlarıyla güven veriyor. Daha ne olsun canım, keyifle içtiği puroyla beraber bugünlerde Maradona'dan mutlusu yoktur kanımca. Tek derdi de bu oyunculardan bir onbir kurmak olsun.
25 Mart 2010 Perşembe
İki Kapılı Bir Han...
Kendi taraftarları ile arasındaki ilişki büyük ölçüde sportif başarılara endeksli olduğu için hiçbir zaman iyi ve sağlıklı olmamıştı Özhan Başkan'ın, belki de en çok bu üzüyordu kendisini. Hayata geçirdiği projeler ya da sergilediği görmeye pek alışık olmadığımız duruşundan çok yapamadıkları veya tribündeki insan gibi davranmaması konuşuldu hep. Ve bir kez daha hayattayken değerini bilemediğimiz birini, bizlere vedasından sonra anlamaya başladık. Aslında böyle duygusal birini her geçen gün yapılan haddini aşan eleştirilerle, protestolarla, vefasızlıklarla dönüşü olmayan bu yolculuğa hazırladığımızın farkına hiçbir zaman varamadık. Adına hareket içeren tezahürat yapılan, aleyhine pankartlar açılan, televizyon programlarında acımasızca eleştirilen bu kişinin de bir insan olduğunu unuttuk ne yazık ki. Ama bu büyük insan vedasıyla bile birçok şeyi anlamamızı sağladı, çok geç olsa da...
Özhan Başkan, Galatasaray liselilerin abisi, Fenerbahçe taraftarları için Galatasaray'ın başında görmek istedikleri tarzda bir başkan, Galatasaray taraftarı için onları Ali Sami Yen tribünlerinden Olimpiyat Stad'ına sürmüş biri olarak herkes için farklı anlamlar taşımaktaydı. Bizler her zaman ki gibi anlık başarılara ve hırsa kapılarak aslında bu sporun bizlere öğretmesi gereken değerlerin hepsini taşıyan birini kalbi buruk uğurladık. Ölümünden sonra ondan bahsedilirken kullanılan bir çok sıfatı sanki daha önce sahip değilmiş gibi üstüne basa basa tekrarlıyoruz. Hayata kendi penceremden eleştirel bir şekilde bakmaya başladığımdan andan itibiran futbola olan bağımıda sorgulamıştım. O zaman farkına vardım ki ben bu oyunu Metin Oktay, Süleyman Seba ve Özhan Başkan gibi insanların bu kurtlar sofrasındaki şık duruşları için seviyorum. Emin ki birçok Beşiktaşlı şuan Demirören'in oturduğu koltukta Süleyman Seba'yı görmek istiyordur. Tıpkı benim Galatasaray başkanı olarak Özhan Canaydın gibi insanları görmeyi istediğim gibi. Olsun varsın takım şampiyon olmasın, böyle de mutlu olunabileceğini herşeyin başarıya endeksli olmadığını anlıyalım yeter bana. Sürüsüne bereket Sinan Enginlerin, Fatih Terimlerin, Gökdeniz Karadenizlerin olduğu şu bataklık ortamında inadına açan bu çicekleri seviyorum ve seveceğim daima...
Özhan Başkan'ın ölümünden sonra birçok insanın açıklamalarını dinledim. Nihat Özdemir gayet güzel konuştu, Aziz Yıldırım çok güzel bir yazı yazmış, Saraçoğlu meydan muharebesi komutanı Terim'de elbet Canaydın'ın centilmenliğinden bahsetti, mikrofonu Sinan Engin'e uzatsak elbet o da güzel birşeyler sölerdi. Ama bu insanlar farkında değiller ki Özhan Başkan'a tam ters duruşlarıyla, hergün yaptıkları gerilim dolu açıklamalarıyla aslında onun bize öğretmeye çalıştıklarına ihanet ediyorlar. Bu insanların yaptığı klişe konuşamlardan öte Beşiktaş idmanında ve dün oynanan Fenerbahçe- Manisaspor maçı öncesi yapılan saygı duruşundaki samimiyete inanıyorum ben. Biliyorum ki lig yarışı iyice kızıştığı zaman bu insanlar ne kadar centilmen olduklarını bize bir kez daha gösterecekler.
Habamam Sınıfı bile Mahmut Hocaları hasta olup yatağa düştüğünde bile gönül almasını becerebilmişlerdi. Mahmut Hoca belki de yaşlıydı ya da sağlık sorunları vardı ama onu asıl yıpratanın Hababam sınıfı olduğunu herkes biliyordu. Özhan Başkan'da bu herkesin birbirinin paçasından aşağıya asıldığı ortamda bunları yaşadı. Takım sahada başarısızı olurken elbet üzülmüştür ama onu asıl yaralayan kendi tribünlerinden edilen küfürler, insanlığına dair yapılan eleştiriler olmuştur. Ve biz Özhan Başkan'nın gönlünü almayı beceremeden buruk şekilde yolladık.
Uzun süre Galatasaray maçlarına gitmeme rağmen kendisiyle konuşma şansım olmadı hiç. Birkaç maç çıkışı kendisini taraftarların içinde stat karşısındaki kulüp binasına yürürken gördüm o kadar. Ama herkes gibi benimde Özhan Başkanla ilgili bir anım var. Olimpiyat Stadı'ndaki Villarreal maçını izlemeye İETT'nin kaldırdığı otobüsle giderken, tıklık tıklım dolu otobüs içinde herkes Özhan Başkan hakkında hoş olmayan söyler sarf ederken gişeler önünde trafik durdu. Yanımıza da o anda başkanın içinde bulunduğu araç yanaştı. Başkanı gören herkes birden birkaç saniye önce söylediklerini yutup başkan lehine tezahürata başladı çoşkuyla. Başkanda camı açtı ve o her zaman yaptığı gibi güleryüzü ile taraftarları selamladı, herşeyden habersiz. İşte böyle vefasız bir taraftar ve camia için adamıştı ömrünü. Futbol çölünde açan ender çiçeklerden biriydi, bir tanesi soldu, umarım bundan sonra nadide bulunan bu çiceklerin değerini solmadan anlarız...
22 Mart 2010 Pazartesi
19 Mart 2010 Cuma
UEFA Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Eşleşmeleri
Fransızlar için şanslı mı desek şansız mı desek bilemiyorum. Son sekize iki takımla katılıp kurada birbirleriyle eşleştiler. Fransa ligi maçı tadında geçmez umarım maçlar. En azından yarı finalde bir takımları olacak. Yıllardır çeyrek finalden ötesini göremeyen Lyon'un bu sefer bunu başaracağına inanıyorum. CSKA Moskova dışında bir takımla eşleşmeleri halinde yarı finali görmeleri zordu. Almanlar bu sefer ballı kura çekemedi. 1999 finalinin rövanşında Manchester United'ı daha şanslı görüyorum. Bu seride bol gollü maçlar izleyebiliriz.
Mourinho ve ekibi Chelsea'den sonra olabilecek en kolay kurayı çekti, ama CSKA Moskova sonrası epey karanlık gözüküyor. Yarı finale çıkmaları halinde şuan için yeryüzünün en iyi futbolunu oynayan iki takımdan birisi ile karşılacaklar. Arsenal ve Barcelona'da 2006 finalinin rövanşı için kozlarını paylaşacak. Henry için bu tur daha farklı anlamlar taşıyor. Emirates'te umarım hak ettiği gibi karşılanır. Kimle eşleşirse eşleşsin her turun favorisi Barcelona, Arsenal eşleşmesinde sakatlık sorunu yaşamazsa adını finale yazdıracaktır. Fabregas'da Nou Camp'a dönüş provasını gerçekleştirecektir.
18 Mart 2010 Perşembe
17 Mart 2010 Çarşamba
SUNS Basketbolu Geri Göndü
Dün gece Minnesota karşısında alınan farklı galibiyet ölçü olmasa da Phoenix Suns basketbolu dönüş sinyalleri verdi. Suns bu sezon bir takımın bir maçta attığı en yüksek sayıya (152) imza attı, hiç uzatma oynamadan. İlk beş oyuncuları dahil olmak üzere sekiz oyuncu çift haneli sayılara ulaştı. Barbosa'nın dönüşü de bir diğer sevindirici haberdi. Normal sezon sonuna yaklaşırken, play-off ilk turunda Dallas Mavericks'i eşleşmesi tadından yenmez.
Stanford Bridge'de Kral Hala J.M
Ancelotti'nin Mourinho'dan çektiği nedir kardeşim. Adam Milano'dan kaçıp Londra'ya geldi hala kurtulamadı. Inter, Chelsea'yi kupa dışına itti, Mourinho'da şampiyonlar ligi hastretini sona erdirmeye bir adım daha yaklaştı. Barcelona ve Manchester United ile beraber en güçlü favori konumundalar. Gece sonunda anladık ki Stanford Bridge'de kral hala Jose Mourinho.
15 Mart 2010 Pazartesi
Pardon!
Taraftar sahaya inmiş futbolcu kovalıyor, vali çıkıp hakem maçı devam ettirmeliydi diyor.
Diyarbakırspor Başkanı basın toplantısında taşın hakemin kafasına değil de omzuna geldiğini iddaa edip hakemi provakasyonla suçluyor.
Galatasaray kapalı tribününün üst katından aşağıya insan atılıyor.
Abdullah Avcı kameralara yansıyan küfürlerinin adresinin hakem değil Tello olduğunu iddaa edip, oyuncuya edilen küfürden çok doğal birşey şekilde bahsediyor.
Beşiktaşlı bir yönetici doping yapan oyuncusunu savunurcasına çıkıp "zaten 2 aydır oynamıyor cezası da 3 ay cezasının bitmesine az kaldı" diyebiliyor.
Pardon beyler de altı üstü spor yapıp, bu spordan keyif almaya ve keyifli birşeyler izlettirmeye çaba sarfedeceksiniz biraz abartmıyor musunuz yahu???
Diyarbakırspor Başkanı basın toplantısında taşın hakemin kafasına değil de omzuna geldiğini iddaa edip hakemi provakasyonla suçluyor.
Galatasaray kapalı tribününün üst katından aşağıya insan atılıyor.
Abdullah Avcı kameralara yansıyan küfürlerinin adresinin hakem değil Tello olduğunu iddaa edip, oyuncuya edilen küfürden çok doğal birşey şekilde bahsediyor.
Beşiktaşlı bir yönetici doping yapan oyuncusunu savunurcasına çıkıp "zaten 2 aydır oynamıyor cezası da 3 ay cezasının bitmesine az kaldı" diyebiliyor.
Pardon beyler de altı üstü spor yapıp, bu spordan keyif almaya ve keyifli birşeyler izlettirmeye çaba sarfedeceksiniz biraz abartmıyor musunuz yahu???
Keita-mania
Yukarıdaki resim bence Galatasaray'ın bu sezon ki durumunu gayet güzel açıklıyor. Şampiyonlar Ligi düzeyindeki hücum hattını, Galatasaray defansı taşıyabildiği yere kadar taşıyacak. Bu durum hedeflenen üç kupanın ikisinden elenilmesine sebep olsa da lig şampiyonluğu için mücadele devam etmekte.
Ankaragücü maçını neredeyse kalesinde tehlike yaşamadan atlatan Galatasaray'da, Keita-mania rüzgarı zaman zaman fırtınaya dönüşüp zaman zaman da samyeli şiddetinde devam ediyor. Keita, pazar akşamı ortaya koyduğu oyunla gösterdi ki bu ligde herhangi bir maçı tek başına kazandırabilecek kapasitede. Burada ki asıl sorun Keita'nın performansının zigzaglarla dolu olması.
Dos Santos yine kayıplardaydı. Kanımca Meksikalı, kapanan sert savunmalara karşı etkisiz kalıyor. Kasımpaşa gibi hücum oynayan takımlara karşı ise istediği açık alanları bulup etkili oluyor. Bu tarz takımlara ya da takımın önde olduğu ve hızlı hücum organizasyonlarına ihtiyaç duyduğu anlarda ondan faydalanmak gerekecek gibi.
Neill hakkındaki görüşüm ortaya koyduğu performans ile gün geçtikçe daha da kuvvetleniyor. Avustralyalı, Galatasaray'ın bu sene ki en istikrarlı ve faydalı transferidir.
Baros'un çok uzun bir aradan sonra sahalara golle dönmesi gecenin en güzel gelişmesiydi.
Son bir parantezde Emre Güngör için açayım, Vassel'in sol çizgiden kat ettiği bir pozisyonda yine zamanlama hatası yaptı. Neyse ki bu sefer rakibi kendisinden sıyrılmıştı yoksa takım arkadaşlarını yine eksik bırakaiblirdi. Aklıma geçen seneki Malatyaspor ile oynanan kupa maçı geldi, oyuna girdikten çok kısa bir süre sonra iki zamanlama hatası yapıp atılmıştı. Umarım bu eksikliğini biran önce giderir.
Not Defteri
Yıldırım Türker'den; AKP milli onur nöbetinde
Banu Güven'den; Homofobiyi tercih etmek
Kaan Sezyum'dan; Hayat ve anlamı
Banu Güven'den; Homofobiyi tercih etmek
Kaan Sezyum'dan; Hayat ve anlamı
14 Mart 2010 Pazar
12 Mart 2010 Cuma
3 Farklı Duygu
Not In My House!
Pek alışık olmadığımız bir sahne, Mehmet Okur üstünden smaç vurmaya kalkışan DeAndre Jordan'ı blokluyor.
Get Out Of My Way!
Andrew Bogut smaca giderken önüne çıkan Glen Davis'i yere seriyor.
He Did It Again!
Kobe Bryant bu sene 7. kez maç kazandıran baskete imza atıyor.
Pek alışık olmadığımız bir sahne, Mehmet Okur üstünden smaç vurmaya kalkışan DeAndre Jordan'ı blokluyor.
Get Out Of My Way!
Andrew Bogut smaca giderken önüne çıkan Glen Davis'i yere seriyor.
He Did It Again!
Kobe Bryant bu sene 7. kez maç kazandıran baskete imza atıyor.
11 Mart 2010 Perşembe
İhtimaller Denizi
Galatasarasy tribünleri Ali Sami Yen'de oynanan Kasımpaşa maçında yukarıdaki pankartı asmıştı. Sezona birçok kupada kupa veya final hedefi ile giren Galatasaray'ın elinde şuan sadece tek bir ihitmal kaldı, o da lig şampiyonluğu. Geçtiğimiz hafta sonu oynanan Eskişehir maçı gösterdi ki bu ihtimalin de gerçekleşme olasılığı o kadar kolay gözükmüyor. Kasımpaşa karşısındaki oyundan sonra Eskişehir maçını izleyenler büyük şaşkınlık yaşadı. Halbuki bu kadar kısa süre içerisinde değişen Galatasaray değil karşısındaki rakipti. Bu yüzden Kasımpaşa karşısındaki oyun aldatıcı olabilir. Çoğu taraftara bir hafta içinde bir takım nasıl bu kadar değişir sorusunun yanıtı Kasımpaşa'nın açık oyunu ile alakalı olduğuna inananlardanım. İstikrarsız gibi gözüken Galatasaray aslında aynı futbolu oynuyor, takım defansı felaket, mücadeleden yoksun, yaratıcılıktan uzak...
Servet'in ilk müdahelelerdeki zamanlama ve tercih hataları artık hemen her maç golle sonuçlanıyor. Forlan karşısında pazara gidip gelen Servet, Eskişehir maçında da Koray'ın tek bir hareketi ile oyundan düştü. Ülkenin en iyi defans oyuncusunun bu halde olması üzüntü verici. Galatasaray'a geldiği ilk seneki performansının aslında tesadüf olduğuna inanmaya başladım. Sivas'tan İstanbul'a dönüşünde kendini ispatlamanın verdiği gaz ile oynadığı sezondan beri performansı yerlerde sürünüyor. Hava toplarındaki "sözde" hakimiyetini ise bir türlü karşı kalede kullanamıyor. Çoğu kornerde topla buluşmasına rağmen skor üretme oranı, Arda'danınkinden bile az. Hücumda kullanılan kornerlerde Servet'in yarısı kadar olan Arda'nın oyun zekası ve pozisyon bilgisi ile daha etkili olduğu düşüncesindeyim.
Kanat Atkaya'nın maç yazısında, Mehmet Topal'ın sahada hiç olmasa daha faydalı olacağı yolunda görüşüne katılmamak elde değil. Rijkaard'ın aya pas oyununda hücuma çıkarken kaptırdığı toplar büyük tehlikelere yol açıyor. Sakatlıktan döndüğünden beri bir türlü toparlanamadı, bu şekilde devam ederse forma bulması zor. Galatasaraylı kimi oyuncuya yapışan sıfatların çoğuna katılmak mümkün değil. Servet'in kornerlerdeki hava hakimiyetinden yukarıda bahsettim, Mhmet Topal'ın da "toplara iyi vurur" etiketi ne yazık ki gerçekten uzak. Maç içinde bir pozisyonda öyle bir vurdu ki topa, neredeyse taç olacaktı.
Keita, sezon başından bu yana gündüz ve gece kadar farklı oyunlar sergiliyor. Sezon başından beri istenilen oyunu sahaya yansıtamayan takım içindeki en istikrarsız oyuncu. Herhangi bir maçı çok kolaylık çevirebilecek kapasiteye sahipken kimi zaman da ne ruhen ne de fiziken sahada olmuyor.
Bunca formsuz oyuncuya karşın takım içinde olumlu sinyaller veren oyunculara baktığımızda, Elano yavaştan takıma ve sisteme alışmış gözüküyor. Takım oyun kurarken geriye gelip top alması, defansın arasına ve arkasına attığı toplarla hücuma çeşitlilik getiriyor. Biraz daha aktif ro lalıp direk skora etki ederse çok daha faydalı olacağına inanıyorum.
Tüm bu olumsuzluklar, formsuz oyuncular ve sakatlıklar içinde tek ihtimalin gerçeğe dönüşmesi ne kadar zor gözükse de yine de herşey teknik heyete ve oyunculara bağlı. Tabi bu arada sezona üç kupa ile başlayıp sezonu kupasız kapatmakta olasıklar dahilinde olduğunu unutmamak lazım.
Lig maçları öncesi Milli Marş'a hayır
Diyarbakırspor-Bursa-spor maçında ön plana çıkan hadiselerinden biri Milli Marş’ın ıslıklanmasıydı. Olayı bir Diyarbakırspor, bir de Türk futbolu açısından ele alalım. Müsabaka öncesi ‘Korkma sönmez...’ dizelerini okumak PKK terörüne karşı ortaya çıkmış bir seremoni. Bu ülkenin statlarında ‘PKK eşittir Diyarbakırspor’ ve Güneydoğu ekibiyle dalga geçmek, moralini bozmak için kullanılan metotlardan biri, ‘PKK dışarı’ diye bağırmak. Bir diğer metot da marş başladığında Diyarlılara karşı dönüp ‘Bunu size karşı okuyoruz’ imasında bulunmak.
Diyarbakır kenti daha önceki yıllarda da ‘daha hassas’ anlar yaşamıştı, eminim o günlere de rast gelen bir Diyarbakırspor maçı olmuştu. Hafızam yanıltmasın ama daha önce Milli Marş’ın ıslıklandığını en azından bu kadar çarpıcı boyutta duymadım. Bu ıslık eyleminin bilinçli olduğuna inanmıyorum. O an Yeşil-Kırmızılı taraftarlar sinir eşiğini o kadar geçtiler ki statta ne çaldığını bile duymuyorlardı büyük ihtimal. Küçük çaplı bir cinnet geçiriyorlardı belki de. Daha ‘minimal’ olsa da o anki gerilim nedeniyle uğultuyla başlayan seremoniler çok gördük Türkiye’nin diğer statlarında da, o yüzden kimse saygısızlıktan bahsetmesin.
Gelelim Türkiye Futbol Federasyonu’nun sorumluluğuna. TFF yetkilileri, bu meselenin sahalardaki aşırı milliyetçiliği ve şiddeti tırmandırdığı lütfen farkına varınız. Maçlardan önce en sert sloganların atıldığı dakikalar, marş seremonisinin başlama ve bitiş anları. Resmen adrenalin pompası! Sıkça ‘marka değeri’ diye tutturuyorsunuz, yaptırın güzel bir müzik şöyle Şampiyonlar Ligi girişi tadında, güzel olmaz mı? İsviçre maçı çok gerilerde kaldı ama ben dahil bir grup spor gazetecisi zaman zaman o noktaya takılıyoruz. Takılmakta da haklıyız gibi geliyor. O gece yaşananların muhasebesini iyi yapamadığımız için bazı noktalarda aksaklıklar yaşanıyor. Bir kez daha geriye dönüp baktığımda Alpay Özalan’ın vahşi okuma stili (!), taraftarların gaza gelişi bu otorite eliyle düzenlenen marş töreniyle ilintili. Haftada iki kez okulda, bazen bir kereden fazla maçta ‘Milli marş’ idmanı yapan bir gürühun zıvanadan çıkması olarak da görülebilir Saracoğlu Meydan Muharebesi!
Fatih Terim hocanın ‘az milliyetçi’ bulduğu gruptayımdır herhalde. Lakin Naim’i, Halil’i, Hamza’yı ve diğerlerini bir olimpiyatta, bir dünya şampiyonasında Mehmet Akif Ersoy’un dizelerini okurken seyretmek, bana büyük haz vermiştir. O tip durumlarda televizyonun sesini de açarım! Son söz Efkan Bucak’ın: “Bizim milli marşımız gerçekten güzel ve anlamlı ancak sadece yeri geldiğinde söylemek gerek. Öyle bir grup taraftarın kafasına göre söyleyeceği ya da ses düzeni olan stadın keyfi gelince çalacağı bir pop şarkısı değil bu.”
Bener Onar
Radikal Gazetesi
10/03/2010
Diyarbakır kenti daha önceki yıllarda da ‘daha hassas’ anlar yaşamıştı, eminim o günlere de rast gelen bir Diyarbakırspor maçı olmuştu. Hafızam yanıltmasın ama daha önce Milli Marş’ın ıslıklandığını en azından bu kadar çarpıcı boyutta duymadım. Bu ıslık eyleminin bilinçli olduğuna inanmıyorum. O an Yeşil-Kırmızılı taraftarlar sinir eşiğini o kadar geçtiler ki statta ne çaldığını bile duymuyorlardı büyük ihtimal. Küçük çaplı bir cinnet geçiriyorlardı belki de. Daha ‘minimal’ olsa da o anki gerilim nedeniyle uğultuyla başlayan seremoniler çok gördük Türkiye’nin diğer statlarında da, o yüzden kimse saygısızlıktan bahsetmesin.
Gelelim Türkiye Futbol Federasyonu’nun sorumluluğuna. TFF yetkilileri, bu meselenin sahalardaki aşırı milliyetçiliği ve şiddeti tırmandırdığı lütfen farkına varınız. Maçlardan önce en sert sloganların atıldığı dakikalar, marş seremonisinin başlama ve bitiş anları. Resmen adrenalin pompası! Sıkça ‘marka değeri’ diye tutturuyorsunuz, yaptırın güzel bir müzik şöyle Şampiyonlar Ligi girişi tadında, güzel olmaz mı? İsviçre maçı çok gerilerde kaldı ama ben dahil bir grup spor gazetecisi zaman zaman o noktaya takılıyoruz. Takılmakta da haklıyız gibi geliyor. O gece yaşananların muhasebesini iyi yapamadığımız için bazı noktalarda aksaklıklar yaşanıyor. Bir kez daha geriye dönüp baktığımda Alpay Özalan’ın vahşi okuma stili (!), taraftarların gaza gelişi bu otorite eliyle düzenlenen marş töreniyle ilintili. Haftada iki kez okulda, bazen bir kereden fazla maçta ‘Milli marş’ idmanı yapan bir gürühun zıvanadan çıkması olarak da görülebilir Saracoğlu Meydan Muharebesi!
Fatih Terim hocanın ‘az milliyetçi’ bulduğu gruptayımdır herhalde. Lakin Naim’i, Halil’i, Hamza’yı ve diğerlerini bir olimpiyatta, bir dünya şampiyonasında Mehmet Akif Ersoy’un dizelerini okurken seyretmek, bana büyük haz vermiştir. O tip durumlarda televizyonun sesini de açarım! Son söz Efkan Bucak’ın: “Bizim milli marşımız gerçekten güzel ve anlamlı ancak sadece yeri geldiğinde söylemek gerek. Öyle bir grup taraftarın kafasına göre söyleyeceği ya da ses düzeni olan stadın keyfi gelince çalacağı bir pop şarkısı değil bu.”
Bener Onar
Radikal Gazetesi
10/03/2010
Futbol
Maçı canlı yayınlayan bir kanal olmadığı için canlı skorları takip ettiğim internet sitesinin başında uzun bir süre Fiorentina'nın 4. golü atmasını heyecanla bekledim. Ama ne yazık ki maç 3-2 bitti ve almanlar turu geçti. Bayern Munich her zaman ki gibi şanslı kuralarından birini çekmişti ve bu sefer ipten döndüler. Maçtan sonra da aklıma Gary Lineker'in futbolu tanımladığı cümle geldi.
"Futbol, 22 kişinin 90 dakika boyunca mücadele ettiği ve sonunda Almanlar'ın kazandığı bir oyundur"
Adios
Bu senenin en büyük kehaneti olan Santiago Barnebau çimleri üzerinde Barcelona'nın şampiyonlar ligi kupasını havaya kaldırma olasılığı Real Madridlileri tedirgin ederken, dün akşam bu senenin en büyük fiyaskolarından biri yaşandı. Los Galacticos II benimde beklemediğim bir şekilde şampiyonlar liginden elendi. Manchester United - Milan maçını izlediğim için maç hakkında yorum yapamayacağım ama her ne olursa olsun kendi sahasında aldığı bu sonuç Real Madrid için skandaldır. Bu sonuç lig yarışında Eflatun beyazlıları olumsuz etkileyebilir. Barnebau'da Puyol'un şampiyonlar ligi kupasını havaya kaldırma fikri Madridlilerin kabusu ola dursun en azından olumlu yönden bakıp finalde Katalanlara kaybetmektense evde televizyondan turnuvayı izlemek daha iyi sanırım.
Milan ise bu kadro ve oyun yapısı ile Avrupa Ligi'nde bile yarı final zor oynar. Manchester United 3-2'in rövaşında Milan'a acımadı ve dört golle uğurladı italyanları ülkesine. 60. dakikadan sonra Sir Alex Ferguson as adamlarını dinlendirmeye gitti. Kırmızı şeytanlar Milan'dan bu performansları en az dört beş gömlek üstün olduklarını gösterdi. Her ne kadar kanım bir türlü ısınmasa da Rooney'nin büyük topçu olduğunu bir kez daha gördük. Milan ise sezon sonunda Pato dışında tüm takımı göndersin. Leonardo'nun dün akşam en güzel hamlesi 3-0'dan sonra Beckham'ı oyuna alarak oyuncusunu eski taraftarlarına alkışlatmasıydı. Böylece iki antipatik insan Ronalda ve Beckham bizler gibi evlerinden turnuvayı takip edebilirler artık.
10 Mart 2010 Çarşamba
Sıkıntılı Maç
Sergen Yalçın'ın NTVSpor'daki programını düzenli olarak izleyemesem de hep aynı yüzleri gördüğümüz spor medyasına renk getirdi. Yorumcu Sergen Yalçın'ı, futbolculuk kariyerinde bizlere sunduğu anekdotlar, kimi zaman yaptığı patavatsız ama samimi yorumları ile dinlemesi gayet keyifli. Yalnız bir konu var ki dikkatimi çekti, hemen hemen her maç ile ilgili söylediği "sıkıntılı maç" yorumu. Bi ara çok kısa bir süre de birçok kez "sıkıntılı" kelimesini kullandı. Maç hakkında olsun, bir oyuncu hakkında olsun ilk kullandığı terim sıkıntılı oluyor. Umarım Sergen'in "sıkıntılı" maç yorumu da Ömer Üründül'ün yorumları gibi bir hal almaz.
Back In Town
Kim derdi ki David Beckham Old Trafford'a başka bir takımın forması ile geri dönecek. İnsanoğlunun çoğu zaman büyük konuşmaması gerektiğine inanırım, hele futbol dünyası içindeki insanların bu hataya hiç düşmemesi gerekir. Yarın nerede ne olacağı hiç belli olmaz, o yüzden bizdeki gibi şu takımın formasını ölsem de giymem gibi sözler çok yersiz kalıyor. Bobby Charlton, George Best, Eric Cantona ve hala Manchester United forması giyen Ryan Giggs gibi efsanelerin arasında adı geçen Beckham, ki ben bu görüşe katılmıyorum, eski çöplüğünde nasıl karşılancak bakalım. Grazer ailesine karşı olan tepkilerini bu maçta da göstermeye hazırlanan Manchester United taraftarlarının Backham ile pek uğraşacaklarını da zannetmem.
2 Mart 2010 Salı
% 0.1
Üst üste iki kez NBA smaç şampiyonu olan bir ismin, maçın en kritik yerinde bomboş smacı kaçırma ihtimali sizce nedir ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)