16 Nisan 2010 Cuma

Buyur kalbime keçe Kûrdan!

Sevgili Evrim Alataş için... Nur içinde yatsın.

İLK tanıdığımda kıvırcık saçları vardı. Sonra yoktu. “Bacım, bende kanser var” deyip kahkaha attığında, kanser üzerine milyon tane şakası, bir o kadar efeliği vardı. Son gördüğümde saçlarıyla birlikte o şakalar da gitmişti. Allah’ın belası yorucu tedaviler yüzünden efeliği de ince bir çizgi olarak kalmıştı ağzının kenarında.

Antalya Film Festivali’nin törenine, ödül alacağına hiç ihtimal vermemiş olmalı ki bir pantolon bir gömlek gelmişti. Yoksa şık kadındı, tatlı bir süsü vardı. Mın Dît filminin hikâyesini yazmıştı ve sahneye ödülü almak için çıktığında ölümle halvet olmuş birçok insan gibi dervişçe bir hal gelmişti üzerine.

Son yazısında şöyle diyordu:

“Nereye buyur edileceksin. İyi bir şey mi yaptın, kötü bir şey mi?”

Filmden ötürüydü yazdıkları. İlk Kürtçe politik filmin hikâyesini yazmıştı ve elbette ne Türkler ne Kürtler sahiplenmişti. Bir kutuplaşmanın ortasında, buz gibi bir havada kalakalmıştı. Hakikate ihanet etmeme terbiyen varsa hep üşürsün zaten. Taraflardan hiçbirinin şefkati ısıtmaz seni. Oysa Kürtlere, Kürt meselesine dair en içten, en sahici şeyleri söyleyen birkaç kişiden biriydi.

Her seferinde öyle acayip hikâyeler anlatırdı ki oturduğumuzda... Şimdi bakınca birçok şeyi onun sayesinde öğrendim, bunu fark ediyorum. Ama en çok bir Kürt çocuğunun ne hissettiğini. Belki 34 yaşında, bir gece, tam da istediği gibi uykusunda ölüvermeseydi bütün Türkiye’ye anlatabilirdi Kürt çocuklarının sırrını. Bu nedenle ve daha birçok sebepten adaletsiz bir ölümdü bu. Tanrı’yı bir kez daha affetmiyorum. Yanlış bir karardı, çok yanlış bir karar.

Ölüm üzerine düşünüyorum bir kez daha. Ölmek üzere olan biri neresinde durur hayatın? Öfke mi? Kabullenme? Yoksa şakaya mı vurur bir kadın ölmek üzereyken ölümü? Sanırım hepsini yaptı. Şimdi belleğimdeki albümün sayfalarını karıştırınca... Ölüme varmadan hayatın her yerinden, sanırım büyük bir aceleyle geçti Evrim. Ama şefkat... Hak ettiği şefkati görmedi bu ülkeden. Sevdiğim biri, bu ülke üzerine şöyle bir cümle kurmuştu bir keresinde:

“Bu memleket, çocuklarının mürüvvetini görmek istemez.”

Evrim’in mürüvvetini görmek istemedi bu ülke de. Bir kadın. Üstelik hasta haliyle, dimdik duruyor ve Kürtlere dair hikâyeler anlatıyor. Kendi kederini kenara koyup halkının kederini, hem de nereden buluyorsa tuhaf bir dirençle, gülerek, gülümseterek anlatıyor.

Bütün Türkiye’nin bu tatlı mürüvveti alkışlaması, Evrim’e tüm şefkatini göstermesi gerekirken öyle olmadı. En çok kendini seven çocuklarını dövüyor ülke. Hrant da bu yüzden gitti, Pınar Selek de aynı nedenle evinden uzak, hakkında verilen haksız kararlara bakıyor gurbetten.

Evrim... O da yukarıdan bir yerden izliyorsa ne diyeyim? Spas keçe Kûrdan! Bu ülkeye rağmen bu ülkeyi sevdiğin için. “Nereye buyur edileceksin?” diye sormuşsun son yazında. Buraya, buyur kalbimin orta yerine. Git şimdi, Tanrı’ya sitem et. Hep yaptığın şeyi yap. Güldür onu ve utansın yaptığından.

Ece Temelkuran
Habertürk Gazetesi
14 Nisan 2010 Çarşamba

Hiç yorum yok:

 
Site Meter